1 Temmuz 2019 Pazartesi

Ben yine döndüm

Bu dönüşler kaçıncı bilmiyorum. Burayı da sadece kayıt altında kalsın diye tutuyorum. Açıklamaya kişisel arşiv mi yazmalı ne? Okuyanlar varsa hala bu blogları selam olsun tabi.. Geçmişe dair elde birikenleri yazıyor olalım bakalım.

18 Haziran 2019 Salı

Mayası bozuk biriyim, kendini çözümlenemeyen, hatta kabullenmeyen.. Peki aslında kimim ben?

13 Haziran 2019 Perşembe

Selen pasaportu mu çıkarsam hayatıma? Herkes önce Elif ile başlasa, seviyeler atlandıkça Selen olsam..

8 Haziran 2019 Cumartesi

Ben kendimin nerde durduğumu çok da kestiremeden gelişine yaşamaya başladım hayatımı. Tutarsızlıklarımı unutma ya da tesadüf kisvesinde yaşıyor oldum. Artık rol yapma yetimi kaybettim gelişine bahanelerle kendimi freni tutmayan bir araba gibi bırakıyorum. Kendi sorularıma cevap aramaktan, hayatın sorularına cevap veremiyor oluyorum. Zor soruların dengesizliğinden sığ sorulara cevap veremez olup kendimden küçük bir salak yaratıyorum.

Ben kızımı özlüyorum, bana haykıran, hırçın, sorular soran, isyan eden, sorularıma cevap vermek için kendimi mahzenlere hapseden ama bana özgürlüğümü veren.

Kızımı kaybedince kendimi kaybetmiş oldum ben. İçimin matemi dışımın dengesizliği oldu. Salt duygularımı yeniden tamamen kapatabilmem için bu kızı yeniden doğurmam, sonra tekrar öldürmem gerek. Yeniden katil olmayı kaldırır mı bu beden, yeniden güçlü olabilmek için. Belki yıllar önce böyle etkiledi beni Madame Bathory, kendi güzelliği için başkalarının kanını içen o kadından farkım neydi?

Bir kız doğurmak istiyorum artık, kendi hırslı kanımdan, bencilliğin ve hırsın dölünden , o dölü öfkeyle içime akıtan bir nefretten ve tüm bunların gücüyle doğan beslenen bir kız çocuğu. Ben ancak böyle bir kızı doğurduğumda ben olabilirim, yeniden onu öldürüp o kanla gücümü, duygusuzluğumu ve beni kazanabilirim.

Ben bu sorularla korunurken, sen tüm yöntemleri alt üst edip içimde büyürken, bu umudumla ben seni bekliyor olacağım küçük kızım.

10 Mayıs 2019 Cuma

Belki de başa dönemedin tam. Zevklerin verdiği karanlıkla hayatta olması gerekenlere duyulan heveslerin tam ortasında kalmak benimki. Sanki başkasının ışığı bana da aydınlık olabilecekmiş gibi.

Kendimle başbaşa kalmayı denerken bile kendimle kalamıyorsam, asıl korkutan şey ne beni? Bu iş nasıl bir başkasına(kim nasıl olursa olsun) bağımlı olma haline döndü. Ben başkalarını kendime bağımlı hale getirirken, onlara nasıl muhtaç oldum?

Sorular artık yol göstermeyip, çıkmaza sokunca ne yapıyorduk? Tüm kirli düşüncelerimi tüm pisliklerimin kabullenme zamanı mıydı yoksa?

Bu pislikleri nasıl dökebilirim ki ortalığa? Hangi kürekle kaldırabilirdim bu yükü? Soru işaretlerini bile önce nokta halinde yazmamın amacı ne olabilirdi ki? Cümlelerimi kaybetmiştim belki de. Benim noktalarım, hatta ünlemlerim, aslında kendi yarattığım karmaşaların sesleri, izleri değil miydi?

Büyümek böyle bir şeydi belki de. Sorular dolduruyordu artık bedenimizi, zihnimiz ise başı bozuk bir hergele. Benzetmeler paklamıyordu artık ellerimi, her şeyi anormalleştirme halimden kurtulmaya çalıştıkça hayattaki her olguyu normalleştirir halde buldum kendimi.

Hayatın o kadar anormal olması mümkün değildi lakin bu kadar da normal kalması sanki doğal değildi. Absürtlük, saçmalık, iğrençlik, mükemmellik kavramlarını hayatın içinde yok ederken tüm bu misyonları hangi ara kendime yükledim asıl onu kaçırıyorum sanırım gözden.

Bu defterle hangi kısmımın kaydını tutuyorum, bilmiyorum. Hayatı unuturken kendimi nasıl bu kadar kaybediyorum, onu fark edemiyorum. Sorularımı kaldıran, pisliklerimi taşıyan o kürek bu defter olabilir mi sanmıyorum, ama yine de deniyorum.

2 Mayıs 2019 Perşembe

Bir yıllık iyileşme sonucunda yine başladığım yere geri dönerek iyileştirdim kendimi. İnsanın kendisinin neyden beslendiğini bulması zor. Yeni kıtalara bir keşif ama yöntemi; yolculuğa çıkmak için değil yerinde bulunmak, sabit kalmak. Ben durup baktım olan bitene ama hiç görmedim ne olup bittiğini. O dur dediğim zamanlar aslında eskilerin kalıntıları gibiydi. Auram temizdi, lakin ruhum kirleniyor gibiydi.

Eskiden de bahsettiğim Elif vardı ya belki de başkalarının bahsettiği gibi o an ben Elif oluyordum artık. Hangi adımda ne yaptığını bilen, kendini çırılçıplak olacak kadar özgüvenli hisseden, o şehveti yaşamak için kendini önce küçük düşüren kendi gözünde. O an sadece"o"nu değil dünyaları ayağa kaldırabilen salt kendi gibi olan, o özünün ucuzluğuna dönen.

Bir insanın iç pisliği ile temiz olması mümkün müdür? Kimseye zarar vermeden, onların kişisel alanını gözeterek de kötü olamaz mıydı insan?

İçim bulanık, tek bir yerde olamamak garip. İçinde bastırdığın ve gösterdiğin, yaşadığın hatta kurmanın aslında ne kadar kolay olduğunu gördüm. Vazgeçmekten korktuklarımız istediklerimiz miydi aslında? Vazgeçmeyi lüks olarak görmek kolaya kaçmak mıymış meğer? Ben nelerden vazgeçtim peki hayatımda? Onlardan vazgeçince her şeyin yolunda olacağına inanmak nasıl bir aptallıkmış ya da..

Dokuz sene önce sorulan bir soruydu aslında. İnsan kendini nasıl kurar yeniden? Kendini kabullenmek mi acaba bu işin gerçeği?

Bir Elif var içimde. Edepsizliği ile güçlenen, hayatına soktuğu herkesten pay biçen, kendi zevkleri uğruna aklınıza gelen her türlü hareketi yapabilen, dik durup saatlerce çırılçıplak oturup hiç kendini anormal, tuhaf hissetmeyen. Nefes aldığında tüm kalp atışını tüm hücrelerinde ancak o zamanla hissedebilen.

25 Ocak 2019 Cuma

Bu doyumsuzluk neden bilmiyorum? Zamanın geçmesini çok da takmıyorum kendi içimde. Yeni yılın ilk ayında hiç yanlış yazmadan '19 diye konduruveriyorum tarihe.

Kendi içinde, tek başına yaşamak mümkün mü? Güçlü olmak yetiyor mu bir insana? Ya da bu sorular sorulduğuna göre yeteri kadar (ya da söylediğim kadar) dik durabiliyor muyum hayatta?

İnsan ne için yaşar? Çok mu olmayı başarmaktır işin fıtratı? Teklikle hayatta kalabilmek ne kadar doğru? Doğru sandığımız yanlışların peşinden koşmak mı yorucu olan? Bu sorular bu kadar çoğalmışken, nasılı nasıl bulur insan?

Ben böyle mi değiştim mesela? Yargı cümlelerimi bırakıp soru işaretlerimi yazarsam nasıl bulurum ki yolumu? Hadi yazsana soru işaretsiz cümlelerini! Noktalarla kurtulacaksın içini kemiren o fareden.

Etrafımdaki herkes kendi hayatını kuruyor, kurmaya çalışıyor. Ben eski heyecanlarımdan da, isteklerimden de kurtulamıyorum. Yenilerini yaşamak için pek de bir şey yapmıyorum. Ben yenilere ayak uydurmayı bir kenara bırak, eskileri tek başıma yaşamak için elimden geleni yapıyorum. Sonra kendimi yalnız bırakmakla suçluyorum.

Tek olmak, tek kalmak benim suçum belli ki. Liseden beri dikine dikine gittiğim doğruları tek doğruymuş gibi kabullenip yaşamak da benim muhafazakarlığım sanırım. Bu at gözlüklerimle birine bakmak boşuna çaba. Ama onlardan vazgeçmek akıl kârı değil.

Etrafın mantıksız dogmaları belki de beni yaralayan. Ben bu dogmalarla hayatta kalmam da imkansız. Aklına yatmayan şeylerle nasıl yaşar bir insan? Mutluluk akılsızlıkla mı vuruyor bu hayatta? İnsanlar mutlu olmak için nasıl vazgeçiyor, insanı insan yapan en temel özellik olan akıldan. Akıldan çıkan bu hayat mutsuzluğu nasul getirebilirdi ya da?

Mutluluk senaryoları hayalle mi yazılıyordu peki? Hayal nasıl kuruluyordu sahi? Gözlerimi kapatınca bir şey gelmiyor artık gözümün önüne, ilham olduğum olguları birer birer yıkmış gibiyim. Sınırsızlığımı akılla yönlendirmeye çalıınca hiçlik kalıyor elimde. Akılsızlık ise sınırlarımı kaldırdığında savaş açıyor beynime. Bu savaşı kazanmak mümkün mü? Yorulmaya devam edip mutluluğun gelme ihtimaline inanmak ne kadar doğru? Yaşayamayacaklarımı düşününce yaşadıklarımdan da vazgeçersem de ne kalacak elimde? Yine yaşayamayacaklarım yaşansa ne kadar mutlu edecek ki beni hayatın sonunda?

İhtimallerin heyecanına üzülmek, ihtimalsizliklerin mutluluğundan daha iyi galiba.

20 Aralık 2018 Perşembe

Bu bir davet ya da bir bekleyiş değil. Sadece içten bir yardım sorusuna içten bir cevap.

Yeni yıl bahanesiyle yeni bir sayfa açmaya bir neden bulursan kendi içinde, eğer gerçekten bu hayatta yaşamaya karar vermek istersen, bu kalemlerle o sayfaya yazılacak hikayeler can bulsun önce. Belki o yazılar sana da can suyu olur.

Hikayelerinle beraber var olman dileği ile..

16 Aralık 2018 Pazar

Bu zamanların beni bu hallere dönüştüreceğini hiç beklemezdim. Yıllar sonra, kefemi boşaltacağıma daha da doldurarak geldim aynı yere, kulağımda o zamanların ezgileri, sanki aradaki zaman dilimi hiç yaşanmamış gibi. Tanıdıklarımın aynı kalmasından korkarak burdayım aslında. Kokuları ve onların hatıraları zihnimde ancak onları görmemek için bakmamak tüm çabam.

Görmemek mümkün mü senin için, boş boş bakmak zahiri yaşanan bir umut(suzluk) mu? Görmeseydim o en uzaktaki karanlığı daha mı "ben" olurdum?  Bu benlik arayışı neden? Beynimin hiç bir şeyi olduğu gibi kabul edememesi nasıl buldurabilir ki "ben"i bana?

Bu öyle bir yol ki aslında, gerçeğin tam ortasında gerçekten uzak. Gerçeğin yansımasıyla yaşanmaya çalışan bir yol, yansıması aynadan değil kendinden. Şeffaf temiz yüzeyden bakacağıma içimden bakıyorum kendime. Kendi saflığımı bozup, riyakarca yaşıyorum. Milyonlarca yüzümün içinden maskelerimi takıp her seferinde yeniden çıkıyorum o yola. Her seferinde bana döneceğime inanıp, başka bir yerde benle karşılaşacağıma inanarak. 

15 Aralık 2018 Cumartesi

Yansımalarla yaşanan hayatlar, şeffaf yüzeylerin saflığını bozan riyakarlıklar..

2 Aralık 2018 Pazar

Senin acın bana umut olur mu? Senin yalpalamaların bana yok olur mu? Bu sorularla alabilir miyim nasırlarını yoksa kangren kalbime mi girmiş olur? Aslında benim mezem senin rakına olur mu? Ben sana sorularımla yardımcı olur muyum? Sen bana cevaplarınla yara olur musun? O yaralar beni huzur doldurur mu? Yoksa beni hayatta dondurur mu? Duygusuz, derin olunur mu? Derinlik sarhoşluğumuzda duygusuz olunur mu? Senin duygusuzluğun bana lütuf olur mu? Çirkinliğimiz bize fener olur mu? Bu fenerle öyküler kurulur mu? Yazılabilirse bu öyküler bize yoldaş olur mu? Bizden "biz" var olur mu?

18 Kasım 2018 Pazar

Ben aklımda bir paradoks, kendimle kavga edip duruyorum. Ben aklımdaki bu paradoksla seninle kavga edip duruyorum kendi içimde ve yine ben aklımda seninle kavga edip durmak istemiyorum artık. Senin aklın benim iyiliğim yüzünden ne ben acı çekeyim ne sen bana acı istiyorum. Ne ben aşağılanayım ne sen yalnız kal istiyorum. Zararlılığın avukatına elim çok güçlü çıkmam gerekiyor, eğer onu alt edeceksem seni yanıma almam gerekiyor ama yenileceksem de sensizce zararlardan kaçmam gerekiyor. Arada kalınca böyle zararı yenmeyi göze alsam da sadece suretinle güç bulamıyorum onları alt etmeye.

Bir masaya oturttun ikimizi, kartları dağıttık kafamız güzel, kozlarımızı söyledik, içimizde ne var ne yok döktük en içten en kendimiz halimizle ama tam kartları açacak oyuna girecekken kalkıyorsun masadan, uzaklaşmıyor orda bekliyorsun da ama. Ben seni beklerken gördüğümde oyundan vazgeçemiyorum ama sen masaya oturmadıkça kartlarımı da açamıyorum.

Ben hayatımdakilere baktığımda hep içlerini görmek istedim, bir çoğunu da gördüğüme eminim. Evrenin üzerime yüklediği en büyük yüklerden biri de buydu belki. Dolayısıyla ben bu yükün amacını hep, karşımdakine uyumlu olmak zorunda olduğum bir ilişki kurmam üzerinden değerlendirmiştim. Ben hep onların aynası olarak benliğimi kaybetmiştim. Senin yanında kendim olma umudunu görüyorum. Ve daha da kıymetli olanı ben, ben gibi oldukça zaten sana uyumlu olduğumu hissedebiliyorum. Bu insanın başına kaç kere gelir ki? Bu yüzden denemeden geçip gitmek yapılacak en büyük aptallık, bunu görmezden gelmek daha büyük aptallık.

Bizden bir şey olur mu bilinemez, klişelere koşar mıyız yoksa kendi doğrularımızı kendimiz mi yazarız yine bilmiyorum. Olan biteni sıfatlara sığdırmaya niyetim yok, çünkü sıfatlarla yaşayacaklarımız bizi özümüzden uzaklaştırır, tüm bu sürecin kafa bulandıran kısmının çekiciliği böylece kaybolur. Tek isteğim bir konsensus;  vakit geçirip hayatı ortaklaştırma denemesi, sadece ikimizin içinde olduğu bir diyalog maketi belki de. Eğer maketiyle mutlu olursak gerçeğini yapmaya güç bulmaz mıyız? Ya da mutsuz olursak da kendisi yıkılmadan biz de altında kalıp ölmeden kaçar gideriz kendi bildiklerimize. Avuçlarıma öyle bir şey bıraktın ki sen, öyle bir tohum ki o ben onu ekmeden duramıyorum kafamda. Belki hiç yaşamayacak bir tohum ama toprağını suyunu vermeden kenara atmaya kıymam mümkün olmuyor kafamda. O yeşerirse okunacak kitaplarımızı, dinlenecek müziklerimizi, yazılacak yazılarımızı, görülecek yerlerimizi, çekilecek filmlerimizi, içilecek her bir şeyimizi yani o tohumdan doğacak bizim meyvelerimizi düşünmeden edemiyorum.

İnsanlığın zihni katılaşmadıkça ruhları yumuşamıyor. Tüm anlamlı şeyler katı zihinle ama yumuşak ruhlarla ortaya çıkıyor. Ruhla aklın paradoksu da burda başlıyor bence ve belki de hayatın kıymetli yanı bu paradoksu dengede yaşadığımızda var oluyor. Tek niyetim aklımızla beslenen katı zihinlerimize, iyiliklerimizle beraber ruhlarımıza yumuşama fırsatı vermek. Onun dışında hiç bir sıfatta, olayda gözüm yok zaten. Yumuşarsa ruhlarımız, yolumuzu buluruz elbet. Bulamazsak da yaşayacak kadar güçlüyüz zaten, yeter ki aklından geçen her şeyi bilme şansına ulaşabileyim. Yeter ki elimizden geleni yapmadık ki biz hep kaçtık bu hayattan demeyelim.

15 Kasım 2018 Perşembe

Şeytanın Avukatı - "Yalnızca kendi gördüğü zararlar akıllı yapar kişiyi, yalnızca başkalarının gördüğü zararlar da iyi."- böyle der, her türlü ahlaklılığı acımaktan ve her türlü zekayı insanın yalnızlığından türeten o tuhaf felsefe. Böylelikle, farkına varmadan dünyadaki tüm zararlılığın avukatı olur. Çünkü acımak için başkalarının acı çekmesi, yalnız kalmak için de başkalarını aşağılamak gerekir.

Bu sebeple bu dialogun akıllısı belli, iyisi belli. Ben bu iyiliğimle akılın ve zararın avukatlığı ile başa çıkabilir miyiz? Zarara kör bakmak mı bizi mutlu eder, yoksa zararı görüp oyuna hiç girmemek mi? Hala çocukluğumuzdaki gibi, gece geç olsa da oyunu oynamak için ağlıyoruz. Zararlılığın avukatı, içimizdeki çocuğu öldürüyor mu? Ama çocuk olmaktan vazgeçmeyi istiyor muyuz?

Cumartesi gecesi küçücük bir çocuk vardı avucumda onu sevmeme anlık da olsa izin veren. Bana baktığında kendi huzuruyla kaybolan, huzuruyla huzur bulduğum. Bunu görüp sormamak ne mümkün, şeytan bunun neresinde? Biz tüm iyiliğimizle mi şeytanı çağırıyoruz tam ortamıza. Halbuki akılsız davransak ne şeytan girecek aramıza, ne avukatıyla muhattap olacağız. Ama zihinle beraber akıl da sıcak hamur gibi. Ne yerinde duruyor ne katılaşıyor. Dolayısıyla zihnimiz katılaşmadıkça ruhumuz yumuşamıyor. Ruhla akılın paradoksu burda var oluyor. Hayat, zihin, katı ruhumuz belirsizleştikçe mutlu oluyor, ama biz kararlı olacağız diyip kendimizi kaçırıyoruz.

1 Kasım 2018 Perşembe

Beynimi boş bırakmak, içini öyle güzel dolduruyor ki, meğer yıllardır beklediğim bu doluluk hali için aklımın iplerini salmam gerekliymiş.
Ama yine de beynimi dolduramadan kalbimin dolması mümkün olmuyor. Gerçekten bu doluluğu kalbime taşıramaz  mıydım?

29 Ekim 2018 Pazartesi

Ölümü bilemem derdim. Sen daha gelmeden, belki de hiç gelemeyecekken beni  gitmek istediğim uçurumlara sürükledin. Yürürken bilmediğim o yolda, uyandırıp attın beni taaa en dibe, ölüme. Yaşıyordum ama o sesle ölüyordum ben. Kilisenin huzurlu sesini vermiştin bana. Ben o boşluğa düşerken, anladım ki boşlukta yaşamıyormuşum ben. Belki aydınlık sokakları göremeyiz ama bana o aydınlık(!) yok oluşları şimdiden tattırdın bile. Belki peşimden gelmezsin ama beni attığın uçurumlar bile şimdilik çok güzel.

28 Ekim 2018 Pazar

Yıllar önce akıllarda olan bir şiiri, şimdiki zamanda tamamen aklımdan silmişken yeniden hatırladım.

Ben aynı ben değilken mümkün mü eskiye dönmek, yeniden o kör ama aydınlık sokaklara girmek?
Benim bulanıklarım başkasının ışığı olabilir mi hiç, yoksa o da girince bu bulanıklıklara, aydınlanır mıyız ikimiz?

Ben ne zaman yalnız kaldım, bilmiyorum 
her zaman yalnızdım, bunu biliyorum büyücü ellerimin kara sanatı yazı en çok ben onardım dostlukları, en çok benim elim dikiş tuttu bağışlamasız sanarken kendimi en çok ben unuttum kalbimin benden sakladıklarını tığla içeri çektim takılmış kazakların ipini denenmemiş başlangıçları göze aldım, hafifletilmiş hasarları, görmezden gelinen enkazı mutfağı beklemek hep bana kaldı bir şiirden bir romandan bir filmden çıkıp her seferinde aydınlık bir inat gibi yeniden karıştım hayata hiç el değmemiş gibi yeniden konuk geldim odalarınıza, ruhlarınıza buraya 

M. Mungan

19 Kasım 2015 Perşembe

Fındıklı Seansı Vol. x

Kalemi elime almayalı çok oldu. Bugün biye eskisi gibi, bilmiyorum. Ruhen olmakta korktuğum yerde olsam bile, fiziksel olarak burası neden iyi geliyor, hala keşfedebilmiş değilim.

Deniz aşırı hırçın, belki birazdan defter sırılsıklam olacak inadına yazacağım bende. Onun hırçınlığı beni iyi hissettiriyor.

Neden sıradan, normal olduğum halde kendimi anormalleştiriyorum onu da keşfedebilmiş değilim. İçimdeki kızı vampirleştirip uykuya yatırdım. Neyden besleneceğini bilmediğimden uyandırmaya korkuyorum.Yani evet, ondan kurtulmadım. Önce kendimi sonra sizi kandırdım.

Buraya her anıdan bir parçamı bıraktım sanırım. Eskilerle yaşayan Ben'e depo, belki biraz çöplük olmuş.Aptal falcıların bile mantıkla ulaştıkları sonuca ben ulaşamıyorum. Geçmişi orda bırakmak kadar mantıklı bir şey yokken ben inadına sarılıyorum. Sahiplenmekten bu kadar yorulmuşken hala pes etmemem dünyanın en aptalca işi.

Çok şey geçti, daha 24 yaşında çok şeye maruz ettim beynimi, biraz da bedenimi. Küçükken kurduğum her hayali tek tek çöp ettim, nedenini küçük hanıma sormak gerek.O neden yaşı küçük bir kadın, bilmiyorum.Bu olgunluk ve birikim neyden geliyor ve beni nasıl ele geçiriyor, keşfedemiyorum. Ben kendimi nasıl ona bırakıyorum hala çözemiyor, tek sorunun etrafında yıllardır bin takla atıyorum.

Bir de şu güçlü olma zıkkımı var. En güçlü yanım; güçsüzlük.Bunu neden kabul etmiyorum anlamış değilim. Hadi itiraf edelim.Ben tek olmak zorundayım, gardımı kaldırdım, zevk alıyorum lan sizden saçmalıklarını bir kenara bırakalım. Yapma olduğunu bildiğin bir sarınılma yıllar sonra seni darmadağın etse de dünyanın en mutlu kadını yapmadı mı ? Bunu, kendini anlatamayacağın, kendini teslim etme ihtimalinin olmadığı bir adamla yaşaman ne acı.

Ruhumun mutluluk girişlerini kapamak zorundasın. Sen başka türlüsüyle yaşamayı bilmiyorsun, çocukluğundan beri. Düzelttim dediğin her şey zaten yalan. Rol yapmaya devame tsen de, kendini unutma.Nerelerden geçtiğini, ne kadar bozuk, defolu olduğunu kabullen ki güçlüymüş gibi davran.

Yarın yine bırak kendini senin olmayan kokulara, bırak ki esir almasın seni yapma umutlar.

Ben çok istedim, nankörmüşcesine her şey farklı olsun çok istedim. Ne istedin diye sorsan; hayatım gibi hayallerimi de unutuyorum şu an.Ama dokununca hatırlıyorum bazen. En çok sevince hatırlıyorum. Kafamdan 3 saniye sahneyi değiştirip baktığımda anımsıyorum. Kekremsi değil acı bir tat bırakıyor beynimde. Kendimi bırakıyorum o an. Koşuyorum denizin üstünde koşmaya çalışırcasına.

Evet, denizin üstünde koşmaya çalışıyorum yıllardır. Ne koşabiliyorum, ne hareketsiz kaldığımdan batabiliyorum. Çırpınarak kalacağım sanırım ömrüm boyunca.

Ne olur gelmemiş ol ki ben hala ne yapacağımı biliyor olayım.

Yine kendimi kandırdım.Ama siz/ biz her kimsek çaktırmayalım.

10 Ocak 2014 Cuma

Bu yollar nereye gider bilinmez.Hepimizin hayatı tesadüflere bağlı, umut dediğimiz şey olasılıklardan en sevdiğimizi bekleme hali.Aslında iyinin de kötünün de gelme olasılığı aynı.Yani aslında boktan hayatın boktan silsilelerini yaşıyoruz.Umutlanarak da temizleniyoruz, zorundayız da. Çünkü olasılıklar hep aynı.İnançla neden geri getirmeyelim mutlu sonları.

Yollar gidiyor, hayat eskiyor.Hayatla beraber günümüzü yaşıyoruz geleceği düşünmeden.Bugün tek parçaya ayrılan hayat yarın paramparça oluyor.İş o zaman parçaları dağınık bırakmak da can yakmasına izin vermek de ya da her bir parçayı başka bir kişiye vermek, bizim elimizde oluyor. Yapabilirsek ne mutlu bize.

28 Aralık 2013 Cumartesi

Blöf yapmayı bilmiyorsan ve elnde hiç koz yoksa, egonun yara aldığı an o an oluyor işte. İki seçenek oluyor o zaman önünde; ya düşüyorsun ya da duygularını kaybeden soğuk bir varlık oluyorsun(insan bile değil). Sevindirici haber artık bencilliği öğreniyorum. Üzücü haber bencilliğimden de olsa kendimi yaralamaktan vazgeçmiorum.Ama pansuman yapmayı öğrendim.

Hayata karşı güçlü durabilmeyi, içimdeki o ufacık kızı büyütmeyi, sızlanmamayı, sızlansam da çabucak susmayı, hatta susmaktan yazı yazmamayı bile öğrendim.Bencilliği öğreniyorum şimdi de., bana ait olan hayatı yaşayabildiğimce bana ait yaşamayı..Deniyorum yahu en azından. Mutlu olmak için çabalamak bile benim için kocaman bir başarı değil m?

11 Nisan 2013 Perşembe

Yarım kalmış sözler varmış,tamamlayamadan başka şeyler yaşamışız. En güzeli bağımlı olduğunu sandığın şeylere aslında gram bağımlı olmaman. Onun da senden farksız olmadığını fark etmek, ne güzel farkındalıklar böyle.Hayat kendini düşününce güzel.Tek kişilik yaşayınca, hani tadına varınca. Öyle olunca kimse üzemiyor seni. Cesaretini toplayıp dörtlükler bile yazabiliyorsun işte: Nefesimle kavga eder oldum/Yalpalıyorum umarsızca/Sen gidince bu ruhtan/Ben dengemi bozdum.

31 Mart 2013 Pazar

Tüm gece birama yanımda olmasalar da eşlik etmeyi başarıp beni çok mutlu hissettirebilen insanlar varsa, hayatımda başka zorlamalara ihtiyacım yokmuş demek. Sert çıkamasam da sert durabilmişim işte. Dil konuşur ama beyin hep öncedir. Dil yetişmez beyin alır başını gider, bir bakmışsın bir varmış bir yokmuş. Dünkü tarlalar bugün çöl olmuş.İş içten geçmiş söz şarkılara verilmiş.Bir bakmışız biz bambaşka hallerdeyiz.

15 Mart 2013 Cuma

Zorunlulukların getirdiği kaoslar var beynimde. Boşlukta karanlıkta yürüyorum. Ayaklarım değmeden, önümü görmeden. Hayır mutluluk yürüşü yapmıyorum.Bir geçitteyim adeta. Önlerinden yürüdüğüm, gözlerinden görüldüğüm.Sesleri var beni kendilerine kelepçelemeye çalıştıkları..Kaçmak için sahte geçitten yürüyüp yüzlerini güldürüyorum evet. Inanıyorlar saflar, öyle olunca gücümü hissediyorum, insanları kandırmayı bu yüzden seviyorum.

Derken son adımı attığımda düşerken buluyorum kendimi. Nereye düştüğümü bilmezken mutluymuşum gibi geliyor. Uçuyorum adeta kolay mı. Sonunu da düşünmek içimden gelmiyor, e kaçmaktan da kaçamıyor insan.

Kaçan da kovalanıyor zaten. Meğer ben de kendimi kovalıyormuşum. Bunu fark edince çarpıyorum dört bir tarafa. Hey yerim sıyrıklarla dolu. Boşluk sert zeminlerle dışımda. Gidiyorum bir köşeye, küçük kız bakıyor yüzüme, seni bekledim ben sen gittiğinden beri diyor.Her yeri çamur olmuş toprağa bulanmış. Elini tutuyorum önüme oturtup saçlarını temizliyorum. Özür dilemiyorum istemeseydi beni gelmezdi çünkü, kalkmaya gücüm yok. Çekildim kenara dinleniyorum..

11 Mart 2013 Pazartesi


Yeni tanımanın ardından hemen bencil olmaya nasıl karar verebilir ki insan? Demek ki ya karşındaki çok etkili ya da bahane arıyorsundur aslında..  

Ben ikisine de sahiptim, biraz biram da vardi yanımda. Önce kendime baktım olmak istediğimin kostümlerini giydim çıktım. Sonra tanımadıklarım geldi karşıma,  aradığım onlarmış aslında. En içten rolsüz sevgiler, hayatin en önemli noktalarını paylaşma biraz bira biraz müzik biraz duman.. İnsan en keyifli anlarında anlıyor aslında ne kadar yorulduğunu.Kendinle kalınca da hemen itiraf ediyor "ben kendimi özlemişimm"  en tanımadıklarım bana değer verince bunu fark etmişim ve çünkü yıl olmuş ben kendime değer vermemişim !

Böyle olunca zamanla güçlenmeye başlıyorsun. Önemli olan o aydınlanma anını yakalamakmış. o ışıkla ben hatalarımı tecrübe kademesinde bıraktım. Aptallığımı aldılar elimden tek seferle, onun yerine sevgilerini verdiler az surede ne kadar yapabilirlerse..ki yaptılar da.. "git" yerine "gidelim" dediler canım yandığında ya da, beni orada bırakıp içmelere gitmediler çünkü sarılmayı biliyorlardı. Daha da yakınlarına sokup hayatındakilerle tanıştırıyorlardı dengeyi kurabilmek adına. Yoksa tek objeyi hayatına alıp diğerlerini saf dışı bırakmak kolay. Sevgilerini gösterecek cesaretleri vardi,  yükleri paylaşmaya güçleri vardi. Böyle böyle 3 günlük insanlar mutlu ediyor işte çok bir şey yaptıklarından değil, değer vermeyi bildiklerinden. 

10 Mart 2013 Pazar


Burası meğer çöp torbam olmuş. Kafamdakiler kokuştukça buraya yazar olmuşum.

Bu sefer ki yazının farkı okunsun diye yazıyor olduğum bir yazı olması. Hiç söyleyemediğim şeyler var kafamda. Sözümü ulaştıramadığım yerler. Cesaretimi toplayıp söyleyemediğim ama belli ettiğim (!) şeyleri söylemek için garip bir kusma eylemi..

Bazen öyle bir çizgi vardır ki hümanistliğiniz kaybolur. "Etiket aramıyorum" lafınız anlamsız olur, etiketlemeye etiketlenmeye can atarsınız. Bu sefer kendime değil karşımdakine sıfat arıyorum ilk defa arafta olmak böylesine yordu çünkü, taşıyamaz oldum kaçmak istiyorum..

Kırıldım, aynı şey ikinci kez yapılınca, yine bana söz hakkı verilmeden hükümlere karar verilince, dolduruşlara gelinince paramparça oldu içim ama acımadı. Acıtmayan şey de güçlendirdi tabi. Geri dönmeyecektim, kafamda bitmeye yaklaşmıştı bile, çünkü kaldıramadığım yükleri hayatımda tutmanın ne anlamı vardı ki. Zaten derler ya "Hatayı bir kere yapınca tecrübe olur, ikinci kez yaptığında ise aptallık", bunun farkındaydım ve karar verdiğim bencilliğim tavan yapmıştı (Bencilliğime kavuşmam ayrı bir hikaye sırası gelecek onun da).

Kararlar alıp hayata devam etmek kolaymış aslında çok kısa sürede bunu öğrendim sanarken hayat garip şeylerle çıkıyor karşınıza klasik olarak. Sonra bir bakıyoruz ki yaşadığımız hayatın kararları bizim elimizde değil, geride bırakmak hiç kolay değil. Koca koca ettiğin lafları koca koca lokmalar halinde yutuyorsun. Tamamen isteyerek, kendi iradenle.

Ya napacaktım ki zaten. Kendi canının acısından daha fazla önemsediğin insanlar varsa eğer sen ne kararlar verirsen ver hepsi kokuşan çöplükler oluyor işte.Onlar da buraya geri dönüşüyor. Meğer bir varmış bir yokmuş, ihtimaller denizinde boğulmuşuz haberimiz yokmuş, birbirimize sarılmışız, oturup başa sarmışız.

Bunlar olan bitenin bir kısmının özeti. Şimdi başka ihtimaller var kafamda cesaretimi toplayıp söyleyemediğim ama bu sefer belli de etmediğim ihtimaller. Eğer söylersem, yazarsam aklımdan herhangi başka yere kaçar giderse onlar, kaybederiz her şeyimizi, teğet geçer hayata devam ederiz yaralarımızı iyileştirmeden, yükümüzü hafifletmeden..

Laf dokuz boğum sekizini yut birini söyle derler ya, ben sahtekarlık yapıp sekizini milyonlarca kez söyledim, ama o belki en kırıcı ama en önemlisini yutuyorum, yutuyorum ki içimdeki sevgi nefrete dönmesin diye.

17 Ocak 2013 Perşembe

Başkalarını doğrultmaktan kendimi unuttum, şikayet ettiğimden değil bu sözüm.Sadece kendimden vazgeçtiğimi fark etmek koyuyor.

Mentorumu özledim.. Bana yapılanları ona yapabiliyordum. Her ihtiyacım olduğunda aradığım, her anlattığımda beni anlayan, hiç dokunmadan yanımda olduğunu hissettiğim, kıvır kıvır saçlarımla oynarken özgüvenimi kazandığım, yavşak sözlerine yavşakça cevap verebildiğim ama ona "siz" diye seslenmekten vazgeçemediğim, 'telefonunu açık bırak bu gece' diye uyarım sonra aramayı unutan ama mutlaka söyleyecek bir lafı olan, en utandığım yanlarımı  en koca cesaretlerimle anlattığım, kahvesini götürüp verirken çapkın çapkın sırıttığım, ben anlatmadan ne yapacağımı söyleyen o umutlu, bana ve kendi hayatına inanan o adamı o kadar özledim ki.. Sanırım hayatımda gitmesini kabullenemediğim tek insan o. Ama her aradığımda o telefonun mutlaka açılacağını bildiğim nadir insanlardan biri de o..

Onun da dediği gibi son konuştuğumuzda, hep başkalarından medet umuyorsun değil mi derken aslında gitmediğini de anlıyorsun bi şekilde.Evet sıra arkadaşım dediğim insanlarda. İçimde bir boşluk var hep onu doldurmak istiyorum, doldurduklarımın içimden boşalmasından korkuyorum. Halbuki bu hayatta hep tek olacağız bununla yüzleştiğim halde kabullenmekten neden hep bu kadar korkuyorum.

İnsanlardan izler yaratıyorum kendime, bazen bir söz, bir koku, bir nesne, şarkı. Biriktirdiklerimin hep bir halta yarayacağına inanıyorum, bir ayakkabı kutusunda tepede tozlanmaktan başka bir halta yaramıyor. İçimdeki izleri ise geçmiyor. Bu yüzden her şey tarih tarih aklımda değil mi zaten.. Sanki o tarihleri unutunca benliğimi unutacağım.Halbuki insanın benliği geleceğinde değil mi?

Geleceğim hakkında o kadar şeyden vazgeçiyorum ki, geçmişim için. Peki elimde geçmişimden ne var, o en can acıtan bense onun peşinden koşmaktan zevk alıyorum..

Yoruluyorum.Beklentilerimi hareketleştirmekten yoruluyorum.Her hareketim aslında benim beklediğim. Gücüm sadece kendime yetmiyor, bi de en korumak istediklerime.Milyonlarca yapmak istediğim şey varken kenara kabuğuma çekiliyor, hayallerimden vazgeçiyorum. Kendimden vazgeçmişim hayallerim çok mu..

23 Aralık 2012 Pazar

Günlerden bir gün, öylesine boş bakarken ben, gözünün önünü göremeyecek olan sen'e, dayanamadım, çığlık attım. Sesim çıkmamıştı, sessiz çığlıklarımdan bıkmıştım.Sense bıkmadan aynı şeylerle devam ediyordun, kalktın, homurdandın, suya dokundun, geldin, aynı kravatı takıp, aynı öpücüğü kondurup gittin.

Kanım dondu.Sen beni her öptüğünde kanım donuyor. Ölüyü öpmek bile daha anlamlı olabilecekken, nasıl bu kadar hissiz öpebiliyorsun beni acaba, soğuk bile değilsin.Adeta bir hiçsin.Öyle olunca kalakalıyorum yattığım yerde. Öylesine boş bakarken ben, önce etrafımın boşluğunu sonra içimin boşluğunu hissediyorum ben. Her sabah sen beni öptükçe, içimin boşluğu aklıma geliyor, benim bu hâle getiren, diyorum senin için 2 damla gözyaşı geliyor kalbimden ve uyanıyorum. Her sabah öylesine yorgun oluyorum ki..

Tüm bunları içimden geçirerek yaşadığım vakit kaybından dolayı dünyanın en hızlı kadını oluvermiştim. En çirkin halimden en çekici halime bürünmem 10 dakikadan fazla süremi almıyordu.

Çirkin olduğum zamanlar vardı bir ara. Huzursuz olduğum her an, suçlanacak maddelere çirkinliğimi de eklerdim. Büyüdüm, güzelleştim, fark ettim ki yanlış hüküm vermişim. İçim taa en başından beri boşalmıştı, var oluşum hataydı, Tanrı'nın kendisiyle savaşıyla ürünüydüm ben, naçar, kasvetli, yorgun, savaşacak gücü bile kalmamış, öylesine bir insan.Var oluşumun nedenini arıyordum, bulamıyordum. Annem, ben çok küçükken demişti ki ; devam et, senin yolunla benim yolum aynı değil, kanın kanımdan ama ruhumdan eser olmamalı sende, kalmamalı, bunu unutmadan yaşa hayatını, dedi, gitti.Ne yani, ondan hiç mi pay almadan gidecekti kendi yoluna, bunu becereceği tek zamanlarım onla geçirdiğim zamanlarla ilgiliydi.

Ne zaman onla olsam, başta uzaktan yanyanayken bile annemden payımı almadığımı fark ediyordum yıllar sonra. Zamanla onla olan zamanlarım arttı, hayatıma karışmıştı artık, geri dönüşü olmayacaktı, zaten annem de olmayacaktı. İşte o zamanlar onsuzluğu en çok hissettiğim anlardı, değişmiştim, gülüyordum, kendime daha çok inanıp daha çok güveniyordum, çirkinliğimden eser kalmamıştı, gardolabım bile değişmişken, gülüşüm içtenleşmişken, saçlarım artık sarıyken anneme benzeyen ufakcık bir yanım kalmamıştı artık ve en önemli farkımız MUTLU olmamdı.

Böyle geçen aylarla, yıllarla değişmişti hayatım, nasıl olduğunu anlamadan benliğimden çıkmıştım, ben olmuştum. Sen taa ki; evlenelim, yıllardır zaten aynı evdeyiz, bağlansın bitsin, dediğinde kanım donmuştu ilk kez. Çocukken en fazla hayalini kurduğum şey şimdi kanımı donduruyordu. "Biz bağlı değil miyiz ki?" demek istemiştim, "Evlenelim, peki" demiştim. "Bağlanalım bitsin" demiştin ya, bağlanacaktık ve bitecekti.

Evet, o gece gerçekten benim gecemdi, kabul ama önümde yaşayacağım benim olmayacak her gece için değer miydi bilmiyorum. İlk iki ay, liseli aşıklardan farksızdık. 2 günde bir sevişiyor, haftada 2 gün gecelerde
ordan oraya koşuşturuyor, birbirimize bakmaktan kendimizi alamıyorduk.


Derken, artık sıkılmıştık. Fark etmemize rağmen numara yapmaya devam ediyor, kendimizi kandırıyorduk, zamanla bir fincan kahveyi ona götürmek çoktan işkence haline gelmişti.

Farkımız neydi eskisinden hala sorsam, cevap veremem kendime ama bu cevabın olmadığı anlamına gelmiyordu.

Bir akşam televizyon karşısında çekirdek çitlerken, hayatım ben yatıyorum, sözünü duydum, sonra sürünen terliklerin parkede şapırdamasını.Kafamı duvardaki saate çevirdiğimde 21.30 du. Saatin durduğunu düşünüp telefona baktım, aynıydı. Sonra kitap okudum, uyudum, uyandım işte o sabah yanımda kocamın değil bir hiçin öpücüğüyle uyandım.

...

O sabahki on dakikalık hazırlanma periyodumdan sonra arabanın anahtarlarını alıp, çıkmıştım. Dikiz aynasında rujumu sürerken, 2 ton koyusunu süreyim, diye düşünüp doğru ruju elime aldım, sürdüm. Kendime baktım bir garip gelmiştim, elime peçeteyi alıp dudağıma götürdüm, silemedim, attım yere, gaza bastım.

Nereye gidiyordum, işe olmadığı kesindi. Sonra durdum, indim. Niye annemin o buz gibi mezarına gelmiştim ki. Oturdum, mermeri öptüm, yaşlı gözlerimi kaldırdım, ilerde o ismi gördüm, kocamdan önce kendimi adadığım, annem olduğum zamanımdaki taptığım adamın adını.Ne olduğumuzun belli olduğu ama kendimizin bile dillendirmediği o adamın adı. O adam, bugün benim en eksik yanımdı, anneme gidemezdim belki ama neden o olmaktan kaçmıştım peki..

Atladım arabama, nerede bulacağımı biliyordum.Doğru saatte o hep ordaydı biliyorum. Bunca yıl görmezden gelmiş olsam da o hep oradaydı doğru zamanda, biliyorum.

Nefesim kesiliyordu ağlamaktan, mutluydum ama.Gittim, arabadan indim, ama önce kendime baktım bir garip gelmiştim, rimelim yanaklarımdaydı, elime peçeteyi alıp yanağıma götürdüm, silemedim, zaman kaybetmeye değmezdi, attım yere, çıkardım topukluları, koştum. Kumlara, suya basa basa koşar gibi basarak koştum.

Gittim en köhne balıkçı barakasını buldum. Kapısına dokundum, gıcırdatarak araladım. Onla beraber elim de kalbim de titredi. İçeriyi koklayınca anladım, doğru yerdeyim, ben annemleydim, ben onlaydım, ben kendimleydim. Onun kokusuyla adeta birdim.

Adımımı attım sessizce, tahta gıcırdadı, kafamı kaldırdım ceketi ordaydı, umuyordum o ceket onun olsun diye. Fotoğrafımızı gördüm sonra masada yırtılmış, paramparça edilmiş belki nefretle belki özlemle, tozlanmış, yıllanmış ama atılmamış, artık içeri girebilirdim.Köhne yatağında baş ucunda kitabı ve şarabıyla yatıyordu. Örtüsünü kaldırdım hafifçe, aldı soğuğu, gözlerini açtı, yanına yattım, kafamı göğsüne dayadım, sarıldı, kafamı kaldırıp ona baktım, ben beni özledim, dedim, ağladım. Geçti benle artık sendesin sen, dedi ağladı. Uyuduk.

22 Aralık 2012 Cumartesi

Anektod V

*Sahip olduğunuz herhangi bir şeyin her türlü sorunuyla başa çıkabilir, her türlü fedakarlığı yapabilir, her anıyla ona yakın olmayı ya da ondan uzak olmayı kabullenebilirsiniz. Ancak önce o şeye sahip olduğunuzdan emin olmanız gerekir, eğer emin değilseniz kronik akıl hastasından başka bir şey değilsinizdir. İçinizdeki hırçınlık da kavga da asla bitmeyecektir..

*Saçma sapan insanlar için doğru insanı kaçırdığınızda da en fazla kaybeden siz olacaksınızdır.Derdiniz millet değil o doğru insana çabalamak olmalıdır.

.

6 Aralık 2012 Perşembe

"Ama bildiğim kadarıyla doğada tam ve gerçek bir eksiklik durumu yoktu: eksiklik durumu bir önceki memnuniyet durumuyla uyumsuzluk ortaya çıktığında yaşanır ve gelişebilecek her şey memnuniyet durumu üzerinde gelişir.Ve bir istek durumunun kaçınılmaz olarak istenen bir şeyi gerektirdiği doğru değildir; istenen şey yalnızca bir kez, istek durumu olduğunda var olmaya başlar; bu, o şey daha önce istenmediğinden değil, ama var olduğu daha önce bilinmediği için böyledir."


+Memnun değilsin, değil mi?
*Değişecek bir şey kalmadı ki, ben tükendiğimden benden bir şey çıkmaz oldu.
+Vaz mı geçtin kendinden, terk mi ettin?
*Terk mi ettim.. Evet, neye baktığımı bilmediğim bir yeri terk ettim.Önceki bakışımı kaybettim.Tek bir şey vardı, büyük kocaman bir şey.İçimi boşalttım, kendimi doldurdum.Kararttım ya içimi, söndürdüm tüm ışıkları bekledim.
+Dur dur!Sakin ol..neden "beni" suçladın ki?
*Benim diğerlerinden ne farkım var ki.
+Gel sana bir şey göstereceğim.
*Korkuyorum.
+Gereksiz, gel benle
*Yüksek, soğuk,yerin dibine kadar giren, herkesi gören, içinde olduğum bir yer versene bana.Çekip gitmek istiyorum!

16 Kasım 2012 Cuma

Neden soru soramaz oldum?Niye kendimi değiştirdim?Dinlemekten hoşnutsuz olduğum, bulunmasından rahatsız olduğum, tekrar nasıl lafının geçtiğini anlamadığım, bazı konularda içimde deli bir huzursuzluk, çılgınlar gibi sorular varken neden sustuğumu anlamıyorum.Değer vermek, önemli kılmak böyle bir şey mi?Eskiden yaptığım şeylerle karşımdakini bunaltırken neden şimdi kendimi bunaltmama izin veriyorum?-ki aslında ben hep bencilim, karşımdakini bunaltırken de kendimi düşünüyorum sırf kafamdaki soruları atabileyim diye.

Kafamdaki sorular, tüm sebep onlar, bir sussalar huzuru bulacağım ya.Bir koku, bir bakış ya da bakmayış, bir dokunma, bir karanlık, bir huzur.Soru yok, ses yok, güvensizlik yok, bencillik yok.Sadece huzur bu kadar basitken, neden kendime zehir ediyorum, bilmiyorum.Tek bildiğim içimin bazı soruları sorduğu, bazı huzurları bulduğu..

22 Ekim 2012 Pazartesi

Senin, benim yok saymamız, onun olmadığı anlamına gelmiyor.Hayatımdaki tekrarlardan birini daha kanıtlıyorum şu sıralar.

Ben küçük bir kız olmak istedikçe, kocaman güçlü bir kadın olup çıkıyorum.

Beklentilerim var, sorgulamalarım da, özlemim de var, hayallerim de.Dokunmak isteyip de elimi uzatamaz hâldeyim.

Keşkelerim var, elimde olmayan keşkeler, gerçekleşmeyecek cesaret(sizlik)ler..

Keşke yetseydi, yetinseydim, evet..

11 Ekim 2012 Perşembe

Şu sıralar haklı olduklarını düşünüyorum.İçimden gelen kötülükler var engel olamadığım.Şeytan dürtmüyor, şeytan adeta içimde bir yerlerde.Aklıma gelen hep bir pis düşünceler, eylemler.

İç dengesizliğimi saklamaya çalıştıkça, dış dengesizliğim artıyor bir şekilde.Yoruluyorum kendimden, yoruluyorum kendimle.Kirli düşüncelerim her gece yoruyor beni yastığımda.Saf olmayan hallerim günler boyu salgınlaştırıyor beni.Bunların nedeni belli mi?Kötü olma hali genetik mi?

24 Ağustos 2012 Cuma

Yarım kalan hayaller yaşındayız

Hafızanın fiziksel olarak bir varlığı var.Yaşadım, gördüm.Uzaktan bir görünüş, tüm bedeninde kalp çarpıntısı, mide bulantısı, uyuşma, terleme, düşünememe hali, ses kısılması ve daha bir çok semptomla hafızayı dürtüp, onun fiziksel olarak varlığını kanıtlayabiliriz.

Bu sefer zaman durmadı, aksine yıllar öncesine geri aktı ve ben onun akmasına izin vermemem gerektiğini anladığımda artık çok geçti.

Zaman akıyor bu sırada hem aynı kalıyoruz hem farklılaşıyoruz.Bu ikilemin arasında gidip gelmek çok zor, çok yorucu.Bu ikilemi görmemezlikten gelmek, engellemek imkansız.Sen ne kadar saklamaya çalışsan da olmuyor.Hafıza kendisini fiziksel olarak göstermeye başladığı zaman iş işten geçmiş oluyor.

Peki tüm bunları harekete geçiren duygunun adını henüz ben de bilmiyorum sadece yaşıyorum.Aslında şu an fark ediyorum yaşadığım her şeyi tanımsızca yaşamak benim özelliğim olmuş ama tanım arayarak hep kendimi kandırıyormuşum.Bundan bahsetmiştim ama.Gerek var mı yeniden konuşmaya?Tanımsızlıklarımı anlatsam ya biraz.

Çok heyecanımın içinden bir tek ona ayrı heyecanlandım nedenini hiç bilemedim.Ama mantığımdan da uzaklaşamadım bir yandan.Hep onu suçluyorum ya realitede aslında en çok kendime kızıyorum.Mantığımı bıraktığım o tek anda benim olmuştu zaten aynı mantıksızlıkla devam ederek elimde tutmam gerekirdi, işte o zamanlar onu beceremedim.O mantıksızlıkla sadece ben olabilseydim eğer belki aynı kalırdık hala ya da yine bu noktaya varırdık bilemiyorum, kestiremiyorum ama yarım kalmazdık, bana en çok koyan bu yaşanmamışlığı tatmazdık, ondan eminim.

Hastayım, bazı şeyleri dondurdum içimde.Solmuş bir çiçeğim de var içimde.Sapsarı, kupkuru.Toprağına bağlanmış ama onla bir iletişim kuramaz halde.Biliyorum ölü.Hiç bir zaman çiçek açmayacak benim için. Mantıklı yanım, güçlü yanım bu gerçekle yaşıyor, duygularımı alt etmeyi biliyor, beni güçlü kılıyor.Fakat içimdeki küçük kızım, savaşmaktan vazgeçmiş yanım artık hep susan tarafım bu konuda da susuyor, bembeyaz bir yüzle solmuş yanımı suluyor.Canlanmayacağını bile bile umudundan vazgeçmiyor.O sapsarı yapraklar dağılmasın kaybolmasın diye çabalayıp duruyor.

Benim içimde hiç rüzgar esmedi.Benden içeri hiç kimse tanımaz bilmez rüzgar nedir diye ama beklerler.Bir bilinmezi beklerler, tüm bilmedikleriyle bildikleri ne var ne yok her şey kaybolup gitsinler diye beklerler.

Ancak o öyle olmaz.Bu hesaplaşmalar kapanmadan hiç bir şey yok olmaz.Ben karşımdakiyle olan hesaplaşmamı yıllar önce kapattığım için ne bir şey bekledim, ne de istedim.Ancak kendi hesaplaşmama gelince iş aynı gücü bulamadım kapatacak.O hep istiyor hep bekliyor bir şekilde.Ama onun da sesini mantığım kapatınca acımadan geçip gidiyor bir şekilde.

Tüm bunlar yarım kalan hayaller bir şekilde tamamlandığı için yazıldı aslında.Bu sefer de hayaller tamamlandı ama tadı yarım, tuzsuz kaldı.Sıfatlar farklı, zamanı yanlış ama bir şekilde içtenliği aynıydı diller tutuk olsa da.Olasılıklar havuzundan yine sadece bir gerçeği aldık yaşadık.Sayfanın ucunu da kıvırdık burda, katlayıp kenara bıraktık.

20 Temmuz 2012 Cuma

Süre önemli değil benim için, bunu bir kez daha kanıtladım.Ne kadar oldu ki henüz, yine başkası için üzülmeler, dert etmeler..Hayır yani kimim ki ben?

Yine beklentilerin boşa çıktığı günlerdeyim.Acıtmıyor artık ilginçtir ki.Hayal kırıklığına karşı bağışıklık kazanmak ne acı.Kırıklarımla savaşmaktan vazgeçtim ama yine yıpranıyorum, yine yoruluyorum, yine acıyor.Bu böyle ne kadar sürecek bir bilsem, bir kestirebilsem dayanması kolay olacak ama..

17 Temmuz 2012 Salı

Sevginin her şeye yetmeyeceğini bile bile, bunun kaç kanıtını etrafımda gördüğüm hâlde, sevgiyi arama ısrarım neden?Hep kabullenemeyecek miyim kendimde, evimde, çevremde olan biteni. Kafamın içi bas bas bağırırken, ben nasıl sevgisizlikle başa çıkabilirim.Sevgi ile olma durumu neden bu kadar çekici?Açlığım bitmeyecek mi?Atıştırmalarla yetinemeyecek miyim?

Kalemi elime alır almaz bir sorular denizinde buluyorum kendimi.Amacım bu olmuyor ki aslında.Ben sorularımdan kaçtıkça sorular akıyor beynimden, bedenimden elimden.

Tek başıma olduğumu kabullenmek gün geçtikçe zorlaşıyor.Ben kabul etmekten kaçtıkça, tek başınalığım yüzüme vuruluyor.

Neden yalnızlığı bu kadar olumsuz algılamış ki insanoğlu?Yalnızlık eğer ki herkesin aradığı şey olsaydı, insanoğlunun en zengini ben mi olacaktım?

Hep birilerini, bir şeyleri sarıp sarmalamaya çalışıyorum, belki kendimi oyalıyorum, belki kalıcı boşluklarımı geçiciliklerle dolduruyorum, belki savunma mekanizmam bu, düşünmeden bunu yapıyorum.

En iyi bildiğim şey, hiç bir şey bilmediğim.Milyonlarca klişe sözden biri daha belki ama ne kendimi mutlu etmeyi biliyorum, ne başkalarının işine yarıyorum, ne insanlığa faydam var.Hiç uğruna çırpınıp duruyorum. 

11 Haziran 2012 Pazartesi

Öykümtrak

Zehir gibiydi kafası, kalbi ise bir o kadar iyi niyetli.Geceleri uyumaz, gündüzleri de uykuya doymazdı.Kör topal yaşıyordu hayatı.Ama içinde çok derin yaşıyordu hayatı.Gün geldi tüm yaşamı alt-üst oldu üç beş rüyayla.Kısır döngünün yönü değişti, denge kavramı çöpe atıldı.Yaşadığı tek duyguysa..

Terler içinde uyandı.Sırılsıklamdı her tarafı.Alışkın değildi böyle huzursuz uyumaya.Dışarısı pek bir sessizdi. Deprem falan mı olacaktı acaba?Cama doğru yöneldi.Etraf bomboştu.Arabalar hareket hâlinde değil park hâlindelerdi.Saate baktığında ise 02:24 ü gösteriyordu.Bu saatte uyuyor olamazdı?E gündüzlerine noolmuştu?

Hiç sevmezdi kalabalıkları.Kaçtı hep insanlardan hayatı boyunca.Gereksiz değil miydi bir sürü tanımadığı insanla aynı ortamda bulunmak, aynı havayı solumak.İşe gitmek bile sıkıcı olduğundan koskoca(!) mühendis adam saçma bir bilgisayar dükkanı açmamış mıydı?

Elemanı, her gün tamir edilmesi gerekenleri eve bırakır,tamir olunmuşları dükkana götürürdü.Kendisi her sabah tamir edilecekleri alıp sağlamları verdikten sonra perdeleri çeker dalardı derin uykusuna.Gece kalkınca da başlardı işe koyulmaya.Tüm hayatı bu kadardı aslında; gece ve gündüz.

24 Mayıs 2012 Perşembe

Parça parça çıkanlar

Hayatta korktuğum ne varsa, başıma geldi.Ben daha büyük korkularımın başıma gelmesinden korkuyorum. Korkularımın korkuları bir ironiye(?) dönüşür mü acaba?

Karışıklıklarım var bir de.Sıfat aramayan ben, ne diye bu kadar sıfatların üzerine düşünmeye başladım ki?Her zaman kendim hakkında bir şeyler söyleyip, hep söylediklerim hakkında değişiyorum.Süreci ise bu konuda nereye yerleştirdiğimi, süreci fark etmeden  onu nereye gömüyorum, bilmiyorum.

Yine düşünmeden yazıyorum.Elime bıraktım kendimi, yazılarım da ben de sürükleniyoruz bir yerlere.

...

Gelecek hakkında kurduğumuz hayaller, biriktirdiğimiz beklentiler, yaşamdaki halatlarımızdan biri.Bir şekilde bir yerlere bir şeylere bağlanıyoruz ama asıl sorun tutunabiliyor muyuz?

Ben tutunacak yerlerimi bulamadığımdan, onları bana ait kılamadığımdan ihtimallerime tutunmaya başladım.Ben tutmaya başladıkça onlar halatlaştı.

Çözemiyorum halatlarımı, ben onlardan uzak kalmam gerektiğini fark ettikçe, onlar daha da dolanıyor, karışıyorlar ruhuma, bedenime.Ele geçirdikçe düşüncelerimi, kayboluyorum.İşin içinden çıkamıyorum.

26 Nisan 2012 Perşembe

Okumayana mektuplar

Çok zaman geçti aradan, daha önce de söylemiştim bu sözü sana ama yine de o kadar çok şey değişti ki..Belki sende de çok değişenler oldu.Habersizce sürüyor hayatımız ve sürmeye de devam edecek belli.

Büyüdüm, yaşlandım diyemiyorum hala, çünkü büyüdüm.Yaşlanmak monotonluğu getiriyor ya az biraz, hala bulamadım ben dengemi, monotonluğumu.Yaşlandım diyemiyorum, çünkü biliyorsun beni, ben hep yaşlanmaktan korkuyorum.Bu sözüme söyleyeceğin karşılığı da duyuyorum, diyorsun ki; "Sen yaşlanmaktan korkmadın, yalnız kalmaktan korktun!"

Karşı çıkamıyorum.Yalnızlık hep korkuttu beni.Senin yanında da yalnızdım ve korkuyordum.İşte tam da bu nedenden dolayı kaçıp gitmedin mi zaten..

Kaçabilmeyi becermeyi isterdim, ne âla, bırakıp gidince sen sorunlar çözüldü değil mi?Sorunlar çözülmedi, sorunları çözdüm.Arkanı toplamak bana kaldı yani.Sen gittin gideli çok da bir şey değişmedi ya bu konuda.Ben hala sorunları bırakıp, hiç bir şeyi umursamadan kaçıp gidemiyorum.Düğüm çözmek hobim oldu yani.

Başka hobilerimden de vazgeçmedim, biliyor musun.Mesela elimde ne varsa onlardan düğüm oluşturabiliyorum kendime.Malzemem çok fazla düğümleri yaratabilmek için.Önce onları yapıyorum, sonra o düğümleri bozmak için çabalıyorum.Kendi kendime gelin güvey oluyorum yani.Hayat kenarımdan akıp giderken, ben sabit bir hâlde oynuyorum kendimle.

Oynadığım şey bir de kelimeler.Beni bir tek onlar anlıyor hâlde ya da zorla anlatıyorum onlara kendimi bir şekilde.Karalıyorum kenarda kalması için..Sense bahanem..

22 Nisan 2012 Pazar

Gemi..

Bugün limanlarımdaydım, limanların nerede olduğu önemli değil demek.Paylaşım ve sevgi varsa ortada bir arada duruyorlar işte..


Konuşmuyor olmak o kadar iyi geldi ki, sadece izledim, onlar tanımadan konuştular, dinledim.Dinledikçe şansımı ve huzurumu fark ettim.E o kadar da zor değilmiş meğer dedim.


Her şeyi sorun ediyor olabilirim, ama limanlarımı da böyle yaratıyorum bir yandan.Belki onlar için bir numaralı gemi değilim(kabullenmek zor,hırçınlaşıp triplere boğuyorum, ama kabullenmeyi de öğrenirim bir gün) ama bu gemiye liman olmaktan hiç vazgeçmeyecekler, bir şekilde unutmamalı bunu.


Ezginin Günlüğü'nden Gemi dinlemeli..*

11 Nisan 2012 Çarşamba

Gezi Günlükleri..

Vol.1
Kimseye yakın olmak zorunda değilsin.Daha dakika bir.Üzülmek, takılmak, saçma sapan kendine haksızlık yapmak yok!
Vol.2
Kahvaltı sonrası..Gece hızlı geçti.2 molayla; Sakarya ve Afyon.Fethiye merkezde yine garip bir kahvaltı.Kapadokya'ya dönüşmeye başladı bu iş, korkuyorum.Alınganlıklarım bastırıldı. Konuşmak lazım.Kafamızdan geçen neyse konuşmalı işte.Otele gitsek de kendimize gelsek artık.
Vol.3
Odaya geldik, saçmalamaya başladık.Islak mendillerle masa bile silindi. ps.gereksiz atarlarla kafanı bozma.
Vol.5
Boynu bükük bir papatya/Olduğuma bakıp da/Senden vazgeçtim sanıp, sakın aldanma.
Vol.8
Öncelikle, kimseye ihtiyacın olmadığını bence bugün kanıtladın.Yakının olan insan zaten yakın olur, gelir seni bulur.İnsiyatif almak, yönlendirme yapmak, fazla olan noktalarını paylaşmak dünyanın en huzurlu işi.Yorgunum ama iyiyim bence.
Vol.10
Dün değeri ve huzuru hissettim bir şekilde, biraz benim de bir şeyler yapmam gerekiyor biliyorum ama..Yine bir "ama"..Denizi,sahili,kumu,birayı ve sevdiklerimle bir arada olmayı seviyorum.Ama yaşlandım, gençlik cesaretim dibe vurmuş durumda, o fena.Şu andan itibaren zaman durabilir.
Vol.12
Hocalara kızıyorduk, şimdi biz tüm gün oturarak keyif yapıyoruz (?).Yine de gelmek isteyen geliyor, buluyor, konuştukça fikirler çıkıyor.Algı durumu artıyor, kendin için gelmeyen fikirler başkalarına geliyor.Birisine sinir olduğum zaman, sinir oluyorum.Peşin hükümlüyüm ama haklıyım.Sesine tahammülüm yok.Fal baktım,iyi de baktım.Başarılıydım kendi performansıma göre.
Vol.13
İnsan gereksiz sıfatları yüklememeli kendisine, saçma sapan rollere bürünüp,saçma hareketlere sahip olabiliyor..Sadece bir gözlem.Bir insanın gelişimini, çalışkanlığını izlemek muhteşem.Bir şeyler katmasını gözlemlemek, büyüdüğünü görmek.Anne olmak istiyorum, annelik yapıp sonra uzaklara yollamayı da..Üretime tanık olmak muhteşem bir his.Bir anda deli hızlı üretimler ve bunların oluşumunu izlemek.365 gün önceki hâlinden ilham almak gibi ya da geriden bir şeyler katmak gibi.Haydi oy verelim.
Vol.14 
Hala biraz genciz, biraz da yaşlıyız ama.Bir şeyler yapmaya cesaret var ama adımı atacak olan yok ortada.Bir birayla kafa oluyor insan, gece 4e kadar sahil ateşiyle şarkılarla kaynaşmaya çalışarak mesela.Bir de insanlara şans vermek önemli, önyargı ne fena, bazen de haklı çıkabiliyor insan ama..Önyargı arızalı bir durum, çözümü sadece şans vermek.İlk kapıyı kapatmamak.Dünün özetinden sonra diyorum ki, detay önemli.Bazen kocaman bir şeyleri önemli kılan bütünü değil, detayı fazlaca düşünüp saklamadan iyi çözümler bulabilmek.O da bir yöntem.
Vol.15
Teknedeyim.Sonsuzluğun ve huzurun tam ortasındayım.Yaptığım her hareketimle gurur duyuyorum.Bir de sevdiğim her şey için emek vermeye sonuna kadar hep hazır olacağımı biliyorum.-Sonradan not-Bazılarını da gittikçe tanıyorsun, değer veriyorsun ya, bu süreci farkında olarak geçirmek kadar keyiflisi yokmuş./Suya dokunmayı, onla eğlenmeyi, buluşmayı da özlediğim koca bir gerçek.
Vol.17
Ve bitti.Normalde bitmesine üzülürdüm, ancak öyle tatlı bitti ki sorun yok.Mimarlığa dair bir çok çıkarımın yanı sıra insanlığa dair bir çok çıkarım da oldu orda.En azından kendi yakınlarıma. HERKESE şans vermeli.Olay sadece bir kaç kişi olmamalı.Hele ki değer verdiklerine aitse bunlar, iki kat şans vermeli.Başka bir şey; insan sevdiğini, sevdiklerini her yönüyle kabul etmeli.Zaten seviyorsak, görmeyiz ki kötü yönlerini.Eğer kötü yönlerini görüyorsan, zaten yakının değillerdir.Onları da uzak tutmak yeterlidir.Biraz değer verme, biraz huzur, biraz uyku varsa işin içinde daha başka bir şey beklememeli."Parisienne Moonlight" hiç bu kadar huzurla dinlenmemişti.Föyüm kaybolmuş, üzülüyorum.Şimdi sıra özlediklerimde.İnsan dönünce anlıyor özlediğini, o da ayrı.

3 Nisan 2012 Salı

Gitmeden Önce

Anaçlığıma bakmayın, içimde küçücük bir kız vardı ya hani, bilen bilir, o hala orda.O sevildiğini görmek istedikçe benim anaçlığım devam ediyor.Boşa çıktıkça, o deliriyor ama..

Kaskatı olmayı isterdim, her şeye rağmen ayakta durmayı dimdik, kimsenin yanına gitmemeyi ve kimseyi yanıma beklememeyi.

Değer vermelerim, beklentilerim, kıskançlıklarım, delirmelerim.Sonu yok mu artık Tanrım?

Bambaşka biri olsam, Elif olsam mesela.istemediğim ne varsa Selen'de kalsa.O güçlü duygusal,bencil,can acıtan kız olsa Elif.Kötü, edepsiz bir kız olsa, beklentileri olmadan.Hiç kimseyi, hiçbir şeyi beklemesem. Bişiler, birileri geçse bedenimden, ruhumdan, hayatımdan.Ellerim bir şey beklemese, bekleseler ellerimi, aidiyet aramadan mutlu olsam, ilk olsam, tek olsam, Elif mi olsam?

Kararlarımı almadan uygulamam gerekiyor benim.Karar aldığım an bozuluyor büyüleri. Uygulanamaz oluyorlar.Boşa atıp tutuyorum ben de böylece. Zaten sen kimsin ki kendin hakkında kararlar alıyorsun? Sanki hayatın senin kararlarınla yürüyor.Kim sana nasıl davranırsa onu yaşıyorsun işte, sana hangi parça bahşedildiyse.

Evrenin yaptığı her hareketi yanlış görüyorum ben.Başıma gelen her şey hata. Belki bir kaç doğrum var, onlarda ellerimi, ruhumu kalbimi kana bulamış durumdalar.

Akıllı olan beyin değil ruh.Kendisine yapılanları hiç unutmuyor, acısını öfkesini hafızasıyla besliyor.Özü soğumuşsa, kolay kolay eskisi kadar ısıtamıyor, göze dolan her yaş nereye akarsa aksın kurumuyor.

Beni anlamaya çalışan kimse yok bence.Sevdiğim tek özellik belki de, aklımdakileri, içimdekileri tutamıyorum.Herkes biliyor ben ne yaşıyorum, ne hissediyorum.Herkes işine göre davranıyor, olaylar gözüküyor.Görüyorsun, bakmıyorsun,ihtiyacı olduğunu biliyorsun, dokunmuyorsun, işitmeyi bekliyor, bağırmıyorsun,hissetmek istiyor, yok oluyorsun, paylaşmak istiyor, paylaşacak bir şey bırakmıyorsun.Var olabilecek her şeyi yokluğa çeviriyorsun, olay kaybolup gidiyor..

Peki Selen nereye kayboluyor?

28 Mart 2012 Çarşamba

Hissettiklerimden Notlar

*İnsan umut konusunda nankör, umut ettikçe fazlasını istiyor, umut mutluluğu getirdikçe doyumsuzluğuna doyumsuzluk katıyor.Bir de dedikleri buğuyu atabilsem ya üstümden..
*Sesler içimdekiler alıp götürmüyor ama içimdekiler gitmeli mi onu da bilmiyorum aslında..
*Bir de hissettiklerime şaşırıp, onları saklama isteği var, bazen korkuyor hissettiklerinden insan.Nereye çıkabilirsin onlarla bilmiyorsun ki..

21 Mart 2012 Çarşamba

Sorular ve yaratılamayan cevaplar

Günlerden Nevruz..Baharın mutluluğunu hissetmek istiyorum artık içimde.Yıllar önce o gün/ bugün o kadar mutluyken, bunun sebepleri de mutluluğum kadar kocaman mıydı?Hayır sanmıyorum, mutlu olmaya bahaneler arıyordum ve en güzellerini bulmuştum.

Mutlu olmam için bahaneler arayacak kadar zavallı mıyım peki?Gerçek mutluluk nedenlerinden neden vazgeçtim ben?Küçük gerçek nedenler bile yaratamaz oldum ben.

Yaratamadığım tek şey "küçük gerçek mutluluklar mı acaba?" sadece.İşimde hâla bir şey yaratamama hâlim istikrarla sürmekte, kendime ait bir hayat yaratamamaktayım, en sevdiklerimle geçirebileceğim bir vakit yaratamamaktayım, çok severek parçası olduğum işlere dahil olma fırsatı yaratamamaktayım.Liste uzayıp gider, hayat akıp gider, ben bir parçasıyım bu hayatın öyle ya da böyle, bir o kadar da uzağım bence.

Sorularım artıyor gün geçtikçe, mesafem artıyor hayata sorular geldikçe.

Soru soran insan akıllı insan belki kabuli ama doğru soruyu sorabilmekte işin  mahareti.Sorular bu kadar anlamsızken bulamadığım ya da bulduğum cevaplar da boğulmak niye?Hem de yıllardır bu böyle.Güzel zamanlarımı böylesine mahvetmek neden,al sana bir soru daha!

Sarhoş hallerimi çok seviyorum.Soruları kafamdan attığım nadir anlar onlar.Düşünmeden davranıyorum, o halde kendimi mutlu da edebiliyorum.Beynimin uyuşmasına, düşüncelerimin kaybolmasına, aklımın dinginleşmesine, biraz keyiflenmeye ihtiyacım var.

8 Mart 2012 Perşembe

Akıtmaca

Kendimi soktuğum kalıplardan kurtulamamam beni mahvediyor.Nefret ediyorum sürekli başa sarmaktan, geri dönmekten.Kurtulmuştu hani, düzelmişti hâlim.İki yıldır kendime verdiğim emeği nasıl çöpe atarım ben.Hem de nedensizce.Bir kaç ay önce nedeni olduğunu düşündüğüm koşullar da yok artık.Belki kendi kendime yok olduğuna inanmışımdır, o ayrı.Hep bir ikilem hâli, yazılarım bile aynı ikilikte.Başlıklar hep aynı şeyi anlatıyor. Sonları hep aynı bitiyor.Aynılıklar o kadar yordu ki beni, başa çıkamıyorum işte.Tek başıma olmuyor.Tek bir "aynı"m olsun istiyorum, gelmiyor. İnsan birisine yakınım diyebiliyorsa nasıl ona yaklaşmaktan korkar ki? İnsanları bunaltmaktan korkuyorum evet.Hep korkum vardı bu konuda da, ama bir kere başıma da geldi ya, ömür boyu bundan kurtulamayacağım galiba.

Benden bunalmayavak bir sıfat, herhangi bir sıfat istemem çok mu anormal acaba? Bak yine aynı kelimeler; sıfat arayışı, kangren, kısır döngü! Milyonlarca kez dinlettim, okuttum insanlara bu kelimeleri, bunalmadınız mı?!

Düşünmeden yazmayalı çok zaman olmuş.Düşünmedikçe akıyor bir şeyler, yazarken en azından böyle.Peki ya işim? Onda hiç düşündüğüm yok.Olmayı beklediğim öğrencinin beşte biri bile değilim ben.Bir bok beceremediğimi kendime söyleye söyleye körelttim kendimi.Zihnim açık ve eşsiz değil.Beynim katılaştı, ruhumun özünü içine çekiyor!Napacağım bilmiyorum.

Ayrıca haklı ki, insan bağımlılığım var benim; aşırı dozdan ölmek istiyorum resmen!Başka bir şeyin iyi geleceğini düşünmüyor olabilirim ki. Bu kadar mı limansız kaldım ben.Bu kadar mı sığınma ihtiyacım var. Hep lafta mı kalacak, kendimi rahat bırakma isteğim.

Kıskançlığım, alınganlığım hep bu bağımlılığın belirtileri.Annem de benim gibi mi acaba? Annemin kızı olma durumu hem çok, hem yok. Ama iyi ki o var.

Bir yandan bu kadar kalabalıkken bile ben kendimi bu kadar yalnız hissediyorsam, ya bir gün gerçekten yalnız bulursam kendimi..Kendi gemimin limanı olmayı beceremem ki ben."Deniz misin, liman mı?" diye bir şey var ya hani. İkisi de olmayı beceremem kaybolurum ben.Derin sularda kocaman bir yosun olurum.

Yarın olacak yine kendimi çok mutlu (!) hissettiğim yerde yine bir şey olmamışcasına burda olacağım, yazdıklarımı burda bırakarak.Hiç bir şey olmamışcasına, yine buralarda.Aslında bir şey olmadı ya.Kendi kendime takılmalar.Yoruldum kendimden, özlemişim kendimi!

4 Mart 2012 Pazar

Hızlıca yakınmaca

Yıllar önce bu dakikalar bazı soru işaretlerimle beraber mutlu olarak ama, kafamı koymuştum yastığa.. Yapabileceğim her şeyi yapıyor oluşumdu tek emin olduğum.Gerisinden beklentim yoktu.Olacağı varsa olurdu.
Olacaklar oldu da ama olmamalı mıydı acaba.Daha da fenası olup bitmiş şeyler için benim hala bu kadar konuşmam normal mi acaba?Hayır hayır, akıllanacağım yok benim.

Şimdiyse durum ters işliyor.Olmasını beklediğim hiç bir şey olmamakta.Ben ne kadar koyveremiyorsam, onlar da o kadar gerçekleşemiyorlar. Olacağı varsa olur demeye korkuyorum galiba eskiden ötürü.Halbuki o da demişti ya "Rahatladın artık, her şeyi dilediğince yaşarsın" diye.

Öyle olmadı işte.Dilediğimce yaşayamıyorum bir şekilde.Ben ne istiyorsam hayat bana tam tersini vermek zorundaymış gibi davranıyor.Ben inadına olacak dedikçe, mutluluk iyice uzaklaşıyor benden.

Korktuğum ne varsa başıma gelecek biliyorum ama kendimi ne buna hazırlayabiliyorum ne de önlemimi alabiliyorum.Hala kafamdaki mutluluk umutlarına inanıp, senaryolarımı ona göre yazıyorum.Pollyanayı pollyanadan daha iyi oynamaya devam ediyorum.

Kendime kızmak istiyorum, hayatımı bir kaç noktadan itibaren yeniden yaşamak istiyorum, üzerimdeki bu uğursuz gidişat nereye gidecek anlamak istiyorum.Ne olacak nan bunun sonu demeden mutlu olmak istiyorum. Herkesin çoooktann elde etmiş olduğu sıradan hayatsal şeyleri bir kere de olsa hakkını vererek yaşamak istiyorum.Bir kere de oltama taktığım umudu boşa çıkarmak istemiyorum.

Tüm okuyanların beni anlamayacağını gayet iyi biliyorum..

2 Mart 2012 Cuma

Anekdot IV

Hayatım mı karışıyor gittikçe, yoksa ben karıştırmak için elimden geleni mi yapıyorum, farkında değilim açıkcası. Bu aralar kendimi hızla toparlamışken, diğer yandan da düşüncelerimin arka planında hep bir olumsuzluk, hep bir anımsama, geçmiş için üzülme, kaygılanma durumu da söz konusu.

Galiba en büyük derdim geçmişi arkada bırakamama hâlim.Bizi biz yapanlardan biri belki yaşadıklarımız, biriktirdiklerimiz lâkin hayatımızı sadece geçmişle yaşamak doğru değil.O zaman ne bu hâlim?Yeni şeyler yaşayıp, biriktirmek yerine nerde halı altı, sandık içi, dolap üstü duygular varsa onları arıyorum.Eskiden madem kurtulamıyorum, bari Orhan Veli gibi yapsam ya;



Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musikî ruhun gıdasıdır
Musikîye bayılıyorum

Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip musikîler alıyorum

Bir de rakı şişesinde balık olsam

27 Ocak 2012 Cuma

Tanınmayana mektuplar

Mızmız, küçük, şımarık kadın! Senden nefret ediyorum! Nefret o kadar kolay bir çizgi ki.Seni tanımama, görmeme bile fırsat vermeden hissediverdim öylece.Bu kadar bencil olmanı kaldıramıyorum galiba.Ben de bencilim ki aslında ama bunun kimseyi üzmesine izin vermiyorum.Kontrolü bencilliğime değil, anaçlığıma bırakıyorum bir şekilde.

Ben hep başkası üzülmesin diye üzülen taraftan oldum.Şikayetim de yoktu aslında uzun süredir ama dengelerimi bozunca yine kırıldım.

Evet kadın, senin üzdüklerin beni üzdüğü için biraz da bu nefretim.Diyeceksin ki; bu da bencillik değil de ne? Biraz öyle, biraz değil bir şekilde.(Aklımca) Sahiplendiklerim üzüldüklerinde, ufacık da olsa canlarının yandığında seni görüyorum ya orda, bir de saramayınca yaralarını deliriyorum ben de o an!Sen hiçç böyle bir duruma düştün mü? Yok, sanmıyorum ki şımarıklığından ve bencilliğinden fırsat kalsın?!

Ben kimse üzülsün istemedim.Sadece birilerine yoldaş, hayatı paylaşan insan olmak istedim.Onu da bencilce aldın elimden bir şekilde.Hiç bir şey eskisi gibi olmayacağı için yıllar sonra bu kadar üzülebildiğim için en yakınlarımdan birini benden koparıp aldığın için senden nefret ediyorum!Evet, ben de en az senin kadar bencilim, biliyorum!

24 Ocak 2012 Salı

Bitirişlerin başlangıçları

Kötü sonların yaşanacağını bilerek başladım güne.

Eskiz defterim bitmişti ve artık ayrılmak gerekti.O kadar şey birikmişti ki; keyifler, üretimler, anılar, başarısızlıklar, uzaklaşmalar, yeni başlangıçlar, mutlu sonlar..Her şeyden bir şeyler almıştı içine, kaplamıştı da kendini kırmızının çekiciliğine.Ama dola dola bitirdi kendisini.Yerine alsam da yenisini, aklımda hep o var.

3 aydır aklıma yerleşen projeyi bitirdim bugün.O kadar benimdi bir o kadar da benim değildi ki bu proje.Arada kalmış hâliydi onda en çok sevdiğim.Yaşadıklarımdan da etkilendiği kesindi.Oraya hem aitti, hem değildi.Sonu da hissettiklerim gibi berbat olmuştu.Ben en dipteyken vedalaşmaya çalışınca sonuç da dipte oldu.Her şeye rağmen bitti dememe rağmen bitmemişti aslında, hep aklımda.Birikecekler onla ilgili olanlar zamanla, iyileşmek adına..

En kötüsü 16 yıllık bir insanın toprak üstündeki son günüydü bugün.Vedalaşamadan, gittiğine bizi inandırmadan çıkardı kendisini hayatımızdan.Yasını bile tutamadım daha.Her an o gülüşüyle karşılaşacakmışım gibi.Gelecek hatunları anlatacakmış, bana film önerecek, takılacak mekan soracak, yakın arkadaşlarıma asılacakmış gibi.Gözyaşlarım bitmiş değil, parça parça atacağım içimden onları, biliyorum ama zaman alıyor, alışamıyorum. Sonu yaşadığım hâlde, vedalaşamıyorum..

16 Ocak 2012 Pazartesi

"Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var"

ps. başlıkta geçen şiiri okuyunuz..

Bir daha asla yapmam dediğim hatayı yaptım.Gardımı düşürdüm.Halbuki bana ait olan o yerden çıkarken sözler vermiştim ya kendime, tutmayı başardığım sözlerdi onlar aslında.Tuttukça kendimi hep iyi, hep güçlü hissettiğim sözlerdi..Hiç canım yanmıyordu ki böylece, yeni acılar eklemiyordum aklıma.Düzelmiştim artık, güçlenmiştim, cıvıl cıvıldım hep, ağlamak zorlaşmıştı.Gözlerim bile dolmuyordu lan artık!Ve tüm bunları yaşama sevincimi, duygularımı, heyecanımı kaybetmeden yapabilmiştim ki bence beni başarılı kılan da buydu.Etrafım insan kaynıyordu, kalabalıktım, kalabalık içinde yalnızdım ama canım yanmıyordu.Yürüyebiliyordum tek başıma etrafımda onlarca sevgi ve kalabalıkla.

Uzaktan bir şey göründü bir anda, yolumu şaşırdım, gözümü kör ettim, ona uzandım. Farklıydı, mutlu hissettirdi. İhtiyacım var mıydı ki o mutluluğa, yoksa farklı arzuların peşinden koşmak insanoğlunun en zayıf noktası ya ben de mi vurulmuştum o noktadan? Halbuki bu ilk değildi ki, nasıl da unutmuşum geçmişimde aldığım yaraları o zaman.Kandım, inandım, tüm çeperlerimi yırtıp attım.Doğru bildiğimi yanlış sayıp, yanlış olan ne varsa onu yaptım,yaşadığımı sandım!

Yaşananlar yaşanıp gidiyor.Milyonlarca senaryo varken ihtimaller arasında biz sadece bir tanesini yaşıyoruz. Her yeni sahneden bir şeyler öğrenmemiz gerektiği bir gerçekken, benim yaşadıklarımdan öğrendiğim bir halt yok!Yine korkular, yine acılar, güçsüzlüğüm hat safhada.Sürünerek de olsa kalkabilmek için sahneye devam.

3 Ocak 2012 Salı

Anekdot III

Bazen sabretmeyi, abartmamayı, gözünde büyütmemeyi, değer vermemeyi, üzerine yürümemeyi, kalp kırmamayı bileceksin Selen..Başka yolu yok..İçindeki hatuna uyma, sakin ol yetecek..Geçecek!

18 Aralık 2011 Pazar

Yarım kalmış..

Ben korkmuyor muyum sanıyorsun?Ama bir taraf güçlü durmak zorunda..İpleri bir arada tutmalı birileri.. Dağılmak çok kolay, savrulmak, parçalara ayrılmak da ne var yoksa..

9 Aralık 2011 Cuma

Anekdot II

Belki de en iyisi yalnız kalmak, tek olmak.Birisini herhangi bir sıfatla hayatınıza almak, aynı zamanda onun hayatına da dahil olmak demek. Onunla hayatı paylaşıp ortak kararlar vermek ya da onun hayatında etkili olmak demek..Ne malum ondan daha iyi kararlar vereceğimiz?Daha doğru kararın bize ait olduğunu kim garanti edebilir?

Anekdot I

Zamanın yaptığı ufak küstahlıklar var, küçük tatlı süprizler de var.Bizimse her ikisine de müdahale etme seçeneğimiz yok.Hâl böyle olunca  küstahlaşmak da kolay olmuyor, mutlu olmak da..Hayat böyle kolay yaşanan bir şey mi?Aksiyon-reaksiyon mu tüm yaşam?Kafalarımız nerde peki?Aradığımız kişiye  şu anda ulaşılamıyor!

7 Aralık 2011 Çarşamba

sabırsızlığım, tanımsızlığım..

Tahammülsüzlüğüm baş gösterdi yine, yakındır baş role çıkması.Önden yarımcı oyuncularını yolladı ama, sabırsızım şu sıra.Hep çözüme ulaşmak amacım. Çözümün var olabilmesi içinse sorular yaratıyorum ama sorular birikiyor, sorunlara dönüşüyor.Çözüm aranıyor, sorunlar baskın çıkıyor ve öylece kalakalıyorum yine…Hayır hayır, başa dönüyorum hatta.Neden yapıyorum bunları.İlla bir heyecana mı ihtiyaç duyuyorum? Hâlbuki ihtiyacım olan tek şeyin huzur olduğuna inanıyordum.Huzur..Aslında bu ara daha fazla hissediyorum o huzuru.Bir şekilde o rahat, güvenli tarafa daha yakınım.Ama ona ulaşmış değilim ve her an geri dönmek zorunda da kalabilirim. Biraz da sabırsızlığım bu yüzden belki de.Nerede olduğumu bilmediğimden, daha doğrusu olduğum yerin bir tanımı olmadığından. Tanımsızlığımdan…
Neden tanım arar ki insan?Olduğu yeri, kendini görmek neden önemlidir ki bu kadar?Etiketler, kartvizitler, yaka kartları hep göz önünde, ortalarda bir yerlerde.Bir şeyleri göze sokma, ispatlama çabası ne hissettiriyor ki.Tanımsızlığım sabırsız yapmasa beni şu sıra, şikayet etmem aslında.Hatta o tanımsızlık bana bu huzuru biraz da olsa yaşatan.Okul kimliğim bozuk, ait olduğum yere ziyaretçi, yuvamda misafir, insanlarda “değer vermek”ten başka aradığım bir sıfat yok, yerimse hep yollar, bana ait olmayan odalar.Böyle olunca, yani tanımları sorgulamadan yaşadıkça iyi oldum ben.Peki bu sabırsızlığı ne yapsak?

16 Ekim 2011 Pazar

İsteklerimiz,hissettiklerimiz.

Belki ne istersek yaşayamayız ama ne hissetmek istersek onu hissederiz.Duygular, hisler hep beynimizin kontrolünde, beynimiz kimin kontrolünde?Zor soru o bence.Biz mi onu isteklerimizle yönetiyoruz, yoksa o mu bizim isteklerimizi yönetiyor?

Neyse konu bu değil; isteklerimiz ve hislerimiz.Eğer birini sevmek istiyorsan, her zaman vardır etrafta birileri.Yalnızlığı seçtiysen öyle kalacaksındır.Fikrin değiştiyse, eski sen değilsindir.Eski seni tekrar yaşamak istediysen, özlemişsindir.Söylenecek sözün varsa,haykırmak istersin, çoşkun hissedersin.Biraz susmaya karar verdiysen sakinsindir.Bir müzik açmak istediğinden keyiflenirsin.Kahrolmuş hissedip, ağlamak istediğinden açarsın o filmi."O"ysa o an düşünmek istediğin kalkıp yanına gidersin..Dayanamaz konuşursun, ararsın, bir sözünü duyarsın, heyecanlanırsın.

Bunları bildiğimiz hâlde neden söylüyorum dersem, hissettiğim hiç bir şey elimde değil, nasıl oldu anlamadım, kendimi kontrol edemiyorum gibi saçma sapan bahanelerin arkasına saklanmamamız için.Özellikle ben!

Ne hissediyorsak, gerçekten istediğimizdendir.

10 Ekim 2011 Pazartesi

kib.

Deli oluyorum..Ne cüretle uzun uzun demen şeyleri 3 harfe sığdırırlar??

Kendine iyi bak dersin sevdiklerine, çünkü senin ona bakacağın bir vaktin, imkanın yoktur bir süreliğine.Görevini ona devretmek gibi birşeydir.Senin olmadığın zamanlarda, senin yerine onun kendi kendine iyi bakması isteğidir. Üzerine titreme halidir..
Kendinize iyi bakın..

8 Ekim 2011 Cumartesi

Topaklananlar..

Aslında yazacak hiç bir şeyim yok demek istiyorum bu kadar zaman geçmesine rağmen.Bir yandan da kendimle çelişiyorum ya şunları yazarken..Parça parça içim, lime lime, tamamlanmamış..Bütün olmak isteği kat be kat arttıkça, umudum gün be gün azalıyor..Taraflarım dengelenmiyor, arafta kalıyorum.

Hüzünlü eksik yanım hâla benimle buralarda..Uyanıyorum orda, gidiyorum orda, geliyorum orda..Sesi çıkmıyor bu ara ama saklanmıyor, gözümün önünden kaybolmuyor da.Susuyor öyle sadece..Hâlbuki sen sustukça ağırlaşıyorum ben, yoruluyorum, kendi içimde kaybolup yok oluyorum..Senin sesin "ben" demek, ne hakla benliğimi susturuyorsun ki..Şikayet ediyormuşum gibi söylediğim laflar senden bıkmak için değildi..Seni tanımlamaya çalışma çabasıydı sadece.Seni garipsememeye, benimsemeye  başlamışken tam sustun kaldın sen..Sesini çıkarmamaya başladın bir anda, ben de sessiz kaldım.Sadece varlığını taşıyorum, anlamlandıramıyorum..

Keyifli özlediğim yanım bu ara uğradı benim yanıma..Özlememişim desem yalan olmaz..Onun zaten hiç sesi çıkmıyordu zaten ama bir gülümsemesi yetiyor bana..Oyuna inanıyorum onunla, "belki?" li sözlerimi çıkarabiliyorum.Değişebileceğine inanıyorum bazı şeylerin.Unutuyorum geri kalan şeylerin..Saçmalamayı özlemişim..Keyifli yanım onu bile getirdi kendisiyle..

Mantığım bir karışık hissediyor şu an.Keyifli yanımı hiç özlememiş belli..Hele onun davetsiz misafirleriyle hiç arası yok..Hüzünlü kızımı daha çok seviyor o ama  suskunluğuna katlanamıyor henüz.Alışmak zor geliyor.Ne yapacağını bilmeden, yalnız başına öylece bekliyor.

Topak topak içim.Herkes ayrı biçimde bütünleşmiş, ama 'bir' olamayı becerememiş henüz..Arafta oturduk bekliyoruz anlayacağınız..

5 Temmuz 2011 Salı

Anlamlandırmaca..

Beynimin sesiyle başa çıkamıyorum artık.Bir güç oluşmaya başladı, beni yöneten, yaptıklarıma engel olmayan, asla yapmam dediklerimi yaptıran.Kirleniyor ruhum, aklım bazen bedenim.Arındırmaya ise gücüm yok.Yardım istemeye hâlim de yoktu. Artık dibi gördüğüm anda da yapacak bir şey yoktu.Olmuyorsa olmuyordu..

22 Haziran 2011 Çarşamba

Kendime öğütler


Artık bir parçası olduğum hâlde hiç bir zaman ait olmayacağım ve olmadığım bir yerdeyim şu an.Çok garipsiyorum aslında kendimi fakat keyifliyim de.Yaptıklarım ve yapacaklarım mutlu hissettiriyor beni.Bir de bilinmezlik var ki çekici olmasını da sağlıyor..
Bir dünyam, birikimim oluşmuştu 9 ay içinde.O birikimime rahatça bir şeyler eklemek için, o dünyamdan uzaklaşmış durumdayım şu sıralar.Yok etmemeliyim ancak kendimi, köreltmemeliyim.Belki eskiz defterimi alıp yollara düşemeyeceğim ama eksiklerimi tamamlamak için çabalamayı da unutmamalıyım.
Kendime yıllar boyunca öğütler verdim ben, bari bu sefer uygulasam ya..

21 Haziran 2011 Salı

Denizin huzuru,derinin huzuru

Denize bakmak huzur vermiyor artık.Eskiden tamamlardı beni.Bütünlüğümü verirdi bana.Kendimle tamamlanabilirdim.Şimdiyse yetmiyor bana.Eksiklerim çıkmıyor aklımdan.Tamamlayacak parçalara ulaşamıyorum.Bir dokunabilsem onlara, yaklaşabilsem keşke.O zaman, tamamlandığımda denize de gerek kalmayacak.O sonsuza bakmak yine huzurlandıracak beni..

19 Haziran 2011 Pazar

Masal dinlemek istiyorum; çünkü...

Tıkanıyor, tam ortamda..Düğüm düğüm düğümlenip boğuyor beni.Gün geçtikçe gerçekten uzaklaşıyorum.Hayal kurmak, birşeyler dilemek ilk defa can acıtıcı.İçime oturmuş her şey..Çaresiz bırakmış ya da.Uzanmak istiyorum gerçeğe, sadece dokunmak istiyorum.Biliyorum ki gerçeğe dokunduğum an yoluna girecek her şey.Zaman denilen şey lehime işleyecek.Ama yok illa düşünecek ya yukardaki, hep konuşacak ya içimdeki..


Aslında gerçeğimle yaşıyorum ki ben..Onunla hayata tutunuyorum.Kendi yarattığım gerçeğimle mutlu oluyorum ya da değer veriyorum. Gerçeklerim olmadan yaşayamam şu an..Mutlu oluyorsam yüzüm gülüyorsa ondandır.


Masal gibi aslında her şey, hem var hem yok.Bu yüzden masallar dinlemek istiyorum.Kendi masallarım o kadar yoruyor ki..

7 Haziran 2011 Salı

gibi gibi

Hayallerim çalınmış gibi hissediyorum.Zorla elimden alınmış gibi.Aklıma tecavüz etmişler gibi.Kalbimi yağmalamışlar gibi ve sonra da tek başına yaşamaya mahkum edilmiş gibi.Küçük bir kızı yeniden yaratmışken ben, alıp kirletmişler gibi.Beyazlığını,saflığını kırmışlar gibi. Dünyadaki tüm işkenceleri düşüncelerime uygulamışlar gibi.Kanımı damarlarımdan boşaltmışlar gibi, ruhumu emip amaçsız, kullanışsız bedenimi ortaya savurmuşlar gibi.Bizliğimden vazgeçtim zaten ama benliğimden mahrum olmuş gibi.Akıntıya terk edilmiş gibi.Yoğun bakımda fişimi çekmiş gibi.Derin bir uykuya yatmış gibi.Belki de uykusuz kalıp başkalarının uykusuna imrenir gibi..

5 Haziran 2011 Pazar

Tanınmamazlığı yaşamak..

Tanınmamak istiyorum.Tanımamak aynı zamanda da.Bilmediğim yerlerde, bilmediğim bir zamanda, bilmediğim insanlarla daha önce hiç bilmediğim şeyleri yaşamak istiyorum.Gidişim bilinmeden olsun, dönüşüm de.Adımı bilmiyor olayım, o an ağzıma ne gelirse söylerim işte. Aldığım nefesin ne kadarında ne var bilmek önemli mi?Yaşatsın beni yeter.Tenimde bilmediğim yerler keşfetmek istiyorum, ruhumda da öyle.Sözlerini billmediğim insanlar girsin hayatıma; keşfedeyim her çıkan sesinde ne demek istediğini, çabalayım, sonuca ulaşayım, çabam takdir görsün.Mutluluğu tanımadığım yerler olsun.Belki yeniden tanımlarsam mutluluğu o zaman yaşamak daha kolay olur, acıyı da nefreti de tanımayayım.Kendim yaratayım onları, öğrenmektense..Duyularım gitsin elimden, onları da bilmeyeyim böylece korkum da gider belki, düşünmeden kullanıp, öğrenirim duyularımı.Tanınmamazlığu yaşayıp, gerçekten hayatımı yaşayabildiğimi hissetmek istiyorum sadece. Hepsi bu..

19 Mayıs 2011 Perşembe

Sevgi hakkındaki yalanlar


İnsanlara hep diyorum ya sevgi bazen her şeye yetmiyor diye..Avutmak değil amacım gerçekten öyle olduğunu bildiğimden yaşadığımdan, inandığımdan.Bulunduğum yerlerden farklı yerlerde olmayı, yaşadıklarımdan farklı şeyler yaşamayı dilerdim.Sevginin yettiği bir hayatım olabilirdi.İçten, gözü kara bir sevgiden bu kadar uzakta yaşayınca insan güçlü,cesaretli durmayı öğreniyor bir şekilde ancak içerdeki güvensizliği, yeteneksizliği, kırılganlığı fark etmek zorlaşıyor.Onların ilacının sevgi olduğuna inanmaya başlıyorsun ve o sevgiyi arıyorsun..Bulamadığında da suçladığın şey sevgi oluyor dolayısıyla, söylenip duruyorsun sevgi aslında her şeye yetmiyor diye.Ulaşamadığın ete mundar diyorsun yani.
Diğer bir yandan da belki de en çok yaraları en sevdiklerimiz sayesinde alıyoruzdur.Yüreğine bir şey tıkanıyor ve o tıkanıklıkla hayatı geçirmeye çalışıyorsun.Nefesin azalıyor, yaraların artıyor nefessizlikten.Belki de mutlu olmanın en başarılı yolu kendinle kalmaktır. Bu düşünceyi ilk duyduğumda kabullenememiştim, kendi hayatım için asla düşünememiştim böyle bir şeyi.Düşünenlere kendi içimde “Nasıl kendine bir şans tanımaz”diye de kızmıştım.Belki de o şansı daha önce tanıyıp, sonrasından bundan dersler çıkarıp çıkardığı dersleri kullanmıştır hayatında.Bense içimdeki saçma inançlarla yaralanmaya hep devam etmedim mi bugüne kadar.Sezarın hakkı sezera..Belki ki sevginin bir halta yaradığı yok, hayatımdaki HER TÜRLÜ  ilişkide hem de.Kimseyi sevmeden  ama yara almadan kendince yaşamak..Gerekli olan bu..

16 Mayıs 2011 Pazartesi

.?


Düşünmeden konusuca yazmak istiyorum.Artık tepkilerime hâkim olamıyor, duygularımı kontrol edemiyorum.İçimden gelen her tepkiyi iletiveriyorum düşünmeden.Sonra da korkutup, kaçırıp, bunaltıyorum insanları.Belki de bundandır yalnız kalışım.Bir ağlasam rahatlayacağım aslında.Acımı kusp nefes alacağım, içimi boşaltıp yoluma devam edeceğim.Her yeni olumsuzlukta kullanmaya başladığım motive cümlem olmaya başladı bu da; “yoluma devam edeceğim”..Acaba izlediğim bir yolum var mı benim ya da yarattığım başka bir yolum.Bu yollar için ürettiğim inancım ya da herhangi bir şeye ürettiğim inancım..
Yazılarım bir söylem olmaktan çıkıyor gitgide.Sürekli soru sorar oldum.Sorduğum soruları yanıt olarak kullanmaya başladım.Bir yandan da yanıtlarım sorulaştı.Kısır döngü içine kısıldıkça da kısılıyorum böylece..
İkinci kez ağlayamıyorum hayatımda.İlki en yakınımı kaybettiğime inanmama hâlimdi.Kabullenememe durumu bir nevi.Onun acısı iki sene sonra çıkabilmişti.Semaver sayesinde(bkz. Sait Faik Abasıyanık).Bir kaç cümleyle akıtmıştım içimdekileri ve kabulleniş o an gerçekleşmişti.Şimdi ise cümlelerle başlattığım bir kabullenememe durumu yaşıyorum dolayısıyla ağlayamıyorum.Bu sebeptendir ki sürekli konuşuyorum.Şu anki çözümünse cümleler olmadığı açık.Acaba sorularla mı ağlayacağım…

13 Mayıs 2011 Cuma

Dilemmalarla hayat

Kalabalık içinde yalnız hissedebilir insan, acının kendisini sevebilir ya da komedi filmde ağlayabilir, korku filminde gülebilir, trajedide korkabilir.Hayatın tadı böyle ironilerle ve/veya dilemmalarla kaçabilir.Uyumlar bulunup sonradan keyfi çıkarılabilir.Ama bir şekilde yaşayamadıkların varsa, onların acısı unutulmaz ve hayata herhangi bir dilemma dahil edilerek de hayat yoluna devam etmez, edilmez.

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Manifesto adına hayata dair…

Söyleyecek sözlerimin olması istendi..Peki gerçekten söyleyecek bir sözüm var mı bilemem.Gerçi her zaman söylenecek bir söz vardır ama her zaman insan bir söylemde bulunabilir mi bunu da bilemem.. Fazla bilinmezliklerle başladı bu yazı. Bilinmezlikler dolu olan sadece bu yazının başı mı peki? Cevabın hayır olduğu gün gibi ortada. Yine de cevabının hayır olduğu bir soruyu sorup üstüne kendine kendine hayır cevabını verebilmek büyük cesaret isteyen bir iştir. Ancak günümüz toplumlarında cesaretle olayların içine girmek,  bir şeyler hakkında içinden gelen sözü söyleyebilmek, insanlara karışabilmek zorlaştı, gittikçe de zorlaşıyor.Bunun nedenleri hakkında bir şeyler söylemek gerekirse bol miktarda madde çıkabilir ancak özellikle değinmek istediğim nokta aileler ve ailelerin çocuk yetiştirmesi hakkında.Günümüz toplumlarının ebeveynleri geçmişte yaptıkları muhalefet hareketlere karşı fiziksel ve ruhsal şiddete maruz kaldıklarından şu an çocukları/gençleri yetiştirirken fazlaca korumacı ve tedirgin davranmaktadırlar.Bu hareket çocukların hazır, çaba harcamadan bir şeyler elde edebildiği rahat bir hayat yaşamalarına da neden olmaktadır.Bundan ötürü yetişen yeni toplum hazır tüketime alışmış, üretim yapmayı bilmeyen, bir şeyler üzerine düşünmeyen,muhalefet olmayı bilmeyip her şeyi kabullenen, hayata karışmayan,hayatın tadını çıkarmaktan korkan, insanlara karışmayı tercih etmeyen, kendi dünyalarında yaşayan insanlar oluyor.Bu durum bir toplumun yapısını kendi içine kapanıklaştırdığından, yeni mimari gereksinimler, oluşan yeni yapılaşma ve projeler dış dünyadan izole bir hâl alıyor.Bizler yeni yetişen mimarlar olarak yapacağımız işlerde kullanıcı gereksinimlerini kritize edip, olanların verimli olmayacak sonuçları da doğurabileceğini fark edip bu doğrultuda  önlemler almamız gerekmektedir.Belki de toplumun yeni aile yapısının taşlarını bile yapacağımız işlerle düzeltebiliriz eğer bunun üzerine yoğunlaşıp, çözüm arayışına girmek istersek..

24 Nisan 2011 Pazar

Dilemmalarla uzak

Uzak olmak.Bazen bulunduğun, nefes aldığın şehre uzak olmak ferahlatıcı.Her şeyin geride kalmış olması.Saatin tamamen senin kontrolünün altında olması, gideceğin mekanın istekle, hevesle dolu olması..Bazen içindeki duygulara uzak olmak çok fena.Hele de yapabileceğin bir şey yoksa..İçinde dopdolu, dışınla çok yalnızsan..Duyguların hayata karışamıyorsa.Canının acıdığıyla ortada kalıyorsun işte..

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı