30 Aralık 2010 Perşembe

Son yazı, ilk heves

  Bu, yılın son yazısı herhalde.Yılın son günlerinde umut dolmak güzel şey.Değişiklikler yok belki maddi olarak ama ruhen çok şey kattım kendime bu yıl.Canım acıdı, ruhuma sülük gibi yapıştılar, kelepçeler de vardı zaten ayaklarımda, dayanamadım.Ne varsa söküp attım.Boşalttım yuvamı yenisini kurmak adına.Bu kararı verebilince ancak evren sana karşılığını veriyor.Bir şeyler çıkarıyor karşına, gülümsemeyi hatırlıyorsun.

  Hatırladım bir şekilde gülümsemeyi, heyecanlanmak güzelmiş meğer.Yamuk olsa da yazılar yerinde duramadığımdan, sevinebildiğime, heyecanlanabildiğime değer.Umutlanmak için üzülmek istiyordum sadece ki o da bu ara benimle beraber işte.O yüzden bu ara heyecanım yerimde.Bense havalarda, yıldızlarda, göklerde..

15 Aralık 2010 Çarşamba

Kelime eskizleri..

   Buraya damlattığım ilk mürekkebin anlamı ne?Bilmiyorum.Kağıt önüne gelirse ve kalem de elindeyse, içgüdüsel işte,karalanıyor bir şeyler.Özellikle "ilk"se bir de, daha bir hevesli oluyor insan.
   İlkler heveslendiriyor insanı, beklentileri oluşturuyor, kendini kalıcı hale getiriyor.Ama neden bu kadar anlam yüklüyoruz ki ilklere.İlk aşk, ilk dişin, ilk yürüdüğün gün, ilk tanıştığın zaman, ilk kavga, ilk ayrılık, ilk barışma.Her şey gidiyor belki, bir "ilk"ler kalıyor yanımızda.
   Aslında tek derdimiz tek başımıza kalmamak.İnsanoğlu kalıcı değil, kalıcılılık istiyor ama.Bazen antika bir resimde arıyor bunu, bazen eski bir fotoğrafta ya da yanına katacağı can yoldaşlarında, arkadaşlarında.Hiç bir şey yoksa da hatırlanacak "ilk"lerde işte..
   Evet anlaşılabilir duygular bunlar ama insanı kelepçelemekten başka bir halta yaramıyorlar ki.Ruhunu kapatıp, düşüncelerin kalbe gitmesibi engelleyip ne var ne yoksa beyne hapsediyorlar işte.İçten içe kendini imha eden bir durum.
   Hayatın zindan olmuşsa artık sana, yapılacak işlerden biri "ilk"lerden kurtulmak.Sil kafandan ilk yaranı.Takılıp ilk mutluluğuna, her şeyi onla karşılaştırma.Nereden biliyorsun yaşayacaklarının ilklerinden daha "ilk" olmayacağını?

9 Kasım 2010 Salı

Kramşaıklradym

  Kramşaıklardym..Her şey iç içe girmiş ama uyumu yakalayamamış konumda..Bir yumak ipin sıradan karmaşıklaşma hali gibi değil bu.Bir ağacın dallarında gördüğümüz o değerli karmaşıklık, yine değil. Uyumsuzluk sorunu, kavramların işlevini yitirmesi, değer kargaşası benim içimdeki o karmaşık ip yumağı.Bir kediye verilmişim de haşatım çıkarılmış, halı üstündeki karmaşık düzeltilmeyi bekleyen ip yumağı.

  Düzeltilmeyi bekleyen..Her insan kolayı sever.Emek vermeden kolaya, rahata çıkmak.Ohh ne âlâ..Bu kadar mı emek sevmeyen biri oldum ben.O savaşan, kendi için çırpınan, ruhuna gelişssin diye elinden geleni ardına koymayan kız nerede?İnsanın kendisinden vazgeçiş sürecinin ilk adımı bu olmalı..Vaz mı geçmeye başlıyorum kendimden..Hayır ama "kendine inanma" kavramının yapıtaşlarından biri olan "umut"u kaybediyorum, eskitiyorum yavaşça.Durumu doğrultacak inancımı ve gücümü kaybediyorum.Bu konuda bu kadar net olmak da işin başka bir acı veren tarafı olsa gerek.

  Eskiyi seyrettiğimde görüyorum ki savaşabiliyormuşum ben.İmrenerek önünden geçebiliyorum artık sadece.İzlemeye de gücümün kalmamasından korkuyorum.Şunları karalarken bile gözlerimle savaşıyorum açık kalabilsinler diye.Bu kadar yorgun olmamalıyım.Karmaşık ip düğümlerimi açmalıyım.Hayat böyle öznel, tekilken ben nasıl beklerim ki açılmayı.

  İnancımı kaybetmeye başladığımda işte böyle böyle, tesadüfler çıktı karşıma.Beni benden alan, beni bağlayan sorular başlandı yine bana sorulmaya.Sorum çok, yazım bol.Önemli olan cevabı bulmak.Onlarca harfin içinde mi, hızla akıp giden zamanda mı, çizilen bir tabloda mı yoksa o karmaşık ip yumağının o karışmayan yanında mı?

28 Ekim 2010 Perşembe

Kendini bi bişi sanmaca...

Kalabalık içinde yalnızım demiştim ya..Gazetenin magazin ekinde gördüm.Dangoz ünlünün biri de bundan yakınıyormuş..E düşündüm sonra bu dangoz tek değil kii daha nice ünlü türevi de diyip duruyordu bunu.Ama onları da anlıyorum, dert ortaklarım kendileri sonuçta..Amannn kendimi bir bok sanıp duruyorum işte..

27 Ekim 2010 Çarşamba

Hırçın

Ne karamsar, umutsuz bir kız oldum ben böyle.Nedenini havaya suya bağlayamam imkansız, günah..İnsan kendi ışığını kendi kapatıyor.Koyuyor başını elinde ne varsa onun üzerine, başlıyor uykusuz geceler.Bu aralar içimdeki kız daha bir öfkeli,hırçın yalnız.Küsüyor önce.Konuşmuyormuş gibi yapıp dayanamıyor sonra, patlayıveriyor.Önce kendini geriyor, sonra kızıp beni de geriyor.İkna edemiyorum ki suçum olmadığına.Yok, gerçekten yok..

Yağmur yağıyordu delicesine.Baktı gözlerime, gözlerimden.Yalvardı çıkar beni diye..Kıyamadım bakışlarına, aldım götürdüm o hırçın yağmurun altına.Seviyor kendine benzeyen herşeyi; çıktık bizde.

Sırılsıklam olmuştuk.Ben ıslak o daha da ıslak.Tüm hırçınlığını akıttı o, hırçın bir yağmurla.Yorulmuştuk ama mutluyduk.Tıpkı bir anneyle kızın kavgasından sonra birbirine sarılışı gibiydi aslında.Hırçın ve huzurlu..

Döndüm sonra.Aynı tas aynın hamam.İçimdeki sakin olmayı öğrenmedikçe halim yaman.Gözlerini kapatmayı, kulaklarını tıkamayı, etaftan soyutlanmayı öğrenmeli ama..

5 Ekim 2010 Salı

Kalabalık

  Hayatın akışının insanlar üzerinde bıraktığı etkilerden yanlış olanlarını bulmak için çırpınıyorum galiba.Hayatla savaşma tekniğim bu herhalde.Belki de kendimi güçlendirme yollarından biri.Kusursuz bir şey yok hayatta, tıpkı hayatın kendisinin de kusurlu oluşu gibi.Ama buna da muhalif olurmuşcasına mesleğim de kusursuza yakın şeyler tasarlamak, oluşturmak olacak.Belli ki başarısız olursam suçlusu hayat.Ben elimden geleni yapıyorumama yolun bu kadar başında ne yapabiliyorsam...

  Bomboş, saçma olan hayatım bir anda dolulaştı, yoğunlaştı.24 saat yetmez oldu,26-27 saat istediler bizden.Sürekli bir doluluk hâli ve yalnızlık!!!Hani insanlar yalnız kaldığından derler ya "Oyalanacak bir şeyler lazım sana, bak o zaman aklına gelmez yalnızlığın"..E bu da  yanlışmış..Böyle böyle artmıyor mu yanlışlar?Neye inanmaya başlamalıyız ki acaba?

  Hayat doldukça,kalabalıklaştıkça, ürettikçe hayatta, yaşananlar arttıkça paylaşmaya birilerini arıyor insan.Elbette etrafım sevdiklerimle çevrili ama kalabalık içerisinde yalnızlık diye bir şeyler duymuş olmalısınız. Şimdi o zamanlarımdayım.Bu kadar olan bitenin içinde bir şeyleri "gerçekten" saatlerce uzun uzun anlatabileceğim kimse yok.O sabra sahip insanlar uzakta bana, nerdeler onu da bilmiyorum ya.Bense kalabalığımda boğuluyorum şu sıralar.Sarınmaya, sıcaklığa, heyecanlanmaya daha çok ihtiyacım varken, payıma düşen dediğim gibi kalabalık içinde yalnızlık..

  Kesişecekse yollar zamanıdır.Sıcak bir şarap dağıtıraslında yukarıda yazılanları..Aksi hâlde yok olması yakındır duygularun, umutlarun, yaşanacakların varlığı..Bunları duyan var mıdır acaba?Sesi de çıkmıyor ki kağıttaki mürekkep damlalarının...

31 Temmuz 2010 Cumartesi

Arafın ortasında..

  Yazmayalı fazlaca oldu farkındayım ama bu süre içinde hayatımın en önemli yazılarından birini yazdım aslında.Yazanında okuyanında son noktayla bilinçaltına attığı bir yazı çıktı kalemimden.İnsanoğlunun en büyük isteklerinden, hırslarından biri dünyada kalıcı(!) olmak.Bazen bir binayla, bazen notayla, bazen bir bilgisayar programıyla ya da tedavi yöntemiyle ilaçla, şiirle, romanla ve daha bir sürü araçla.Peki ya sonuç?İnsanoğlunu ve evreni bilemem ama benim yazdığım o 4 sayfacık flu harfler farklılaştırdı herşeyi..Aynı karında farklı zamanda büyüyen iki cenini yıllar sonra birleştirdi mesela.Böbürlenmeden edemeyeceğim kalemime sağlık..

   2 önemli kavram var aslında göreceli olsa da hem bu dünyayı hem de eğer varsa öbür dünyayı şekillendiren..İyi-kötü.Hayatımızı bunu kuruyoruz..Bazen kabul etmesek de bunlarla beraber yaşlanıyoruz.  Peki sadece tek taraf mı var?İnsanlar sadece iyi ya da kötü mü?Hayatımız, yaşadıklarımız sadece iyi ya da kötü mü?Klasik soruyu soralım.İyi kime, neye göre iyidir?Bana iyi gelen sana kötü geliyorsa bu şeyi nasıl tanımlamalı?Bir insan kendisine iyi davranırken başkasına kötü davrandığı için suçlamalı mıdır onu?Hâlbuki hep demez miyiz insan kendisini sevmeli diye?Kötü bir insan yaptıklarını sadece kendisini fazla sevdiği için yapıyorsa lekelemeli mi hemen onu?

  Bir de tersten bakalım olaya.Bu sefer kafamızda oluşturacağımız insan modeli "melek" diye tabir ettiğimiz iyilerden olsun.Bu insan kendisine kötü davranıyorsa bu kötülüğünü görür mü gözlerimiz?Bizim bu bakışımız iyi midir ya da kötü müdür?İşimize geldiği gibi davranmak hangi katagoriye girer?

  Bu yazının içinde bu kadar soru işareti olmamalıydı.Sorgulamamın amacı neydi benim de bir fikrim yok bu sefer.Hangi tarafta olduğumu ben bile bilmiyorum zaten.İyi ve kötünün ortasında bir bilinmezdeyim belki de.. Ama bildiğim tek şey kendime yaptığım ve bana yapılan kötülükleri daha az umursar durumdayım.Başkalarına yaptığım iyiliklerse hâla mutlu edebiliyor beni.Bir yazıyla gülümsedim işte yazamadığım sürede.Bakalım daha neler dökülecek bu ellerden..

  

21 Mayıs 2010 Cuma

Değişmek, İnanmak, Yaşamak Adına..

İyi şeyler oluyor artık.Şüphelenmeye başlamıştım kendimden.Kendimi sinirli, doyumsuz, her şeyi sorun olarak gören, mutlu olmayı beceremeyen sıfatlarıyla süsleyip, 'Nasılsın?' sorununa 'İyiyim!' cevabından kaçmak için her türlü kelime oyunlarını yaparken bulmaya başlamıştım.Bir de klasik 'Herkesi sıkıyorum, insanlar benden bıktı!' düşüncesi de cabası.En çok yaşanan duygunun bir tanesi de eskiyi özlemekti.İnsanları, mekânları, yapılanları, söylenenleri..Her şeyi özlüyorsun sözde.Sanki şimdi yaşananlar farklı ya..Bunların tek açıklaması; depresyon!?Yeni ergenler misali hiç kimseyi beğenmeyen, yaşadığı her olayı özleyen, herkesten nefret eden, agresif saçma bir ruh hâli, depresyon ya da her ne halt ise o..

Tüm bu ruh haliyle saçma, monoton, bahane dolu bir hayat yaşamaya başlamışken tam, dayanamadı bu beden ve bummmmm...patladı!!Önce gereksiz şeylere kızıp, tartışmalar yaşandı, sonra göz yaşları döküldü.Bir sonraki aşama hâlinden şikayet oldu.En son adımda gerçekler..Hepsi döküldü ortalığa birer birer.Kim ya da ne hakkında tüm düşünülenler söylendi.Herkesin hatası yüzüne vuruldu, yara kanatıldı, kabuk bağlamaya bırakıldı..

Ne olduysa ondan sonra olur işte.Kişiler tanımlandı.Gereksizler uzaklaştırıldı.Şans verilenler gözden geçirildi, nadasa bırakıldı.Gözlemlenmekteler, ne yaparlarsa onun karşılığını alacaklar.Sevilenler de daha çok sevildi bu sırada ama..Onlar ne yaparlarsa yapsın yerleri aynı, bilmem ne kadar zamandır onlarla paylaşılmadıysa da mutlu anlar..Yeni girenler veya girecek olanlar..Çok çabalamak zorundalar artık önemli olabilmek için.

Sonuç:Geçmişe gülümsenebiliniyor artık.E hayat bu hiç bir şeyi karşılıksız bırakmaz.Verim alınmaya başlandı da hemen zaten..Mutlu edecek olaylar karşılamaya başladı beni teker teker, yavaş yavaş..Ben böyle kaldıkça devam edecek..İnancım bu ama ne zaman uymuş birbirine inandıklarımızla yaşadıklarımız acaba??

31 Mart 2010 Çarşamba

Katre

Birikti.Koskoca bir kabı damla damla doldurmaya çalışan bir musluk biriktirdi bir şeyler.Elimden gelen tek şeyse acıyla, sabırsızlığın verdiği öfkeyle, yalnızlığın verdiği hüzünle, yorgunlukla izlemek oldu.Muslukla beraber aktı göz yaşlarım.Kaybolup gittiler sonra kimbilir nereye..

Göz yaşları hep mi mutsuzlukla akmak zorunda?Kaç kere sevincinden ağlar ki insan?Nedir gözyaşı?Birikenleri dışarı akıtmak mı?Rahatlar mı insan ağlayınca?Peki ya içe atılanlar?Zorlasan da göz yaşının çıkamadığı hâller..Kimsenin olmadığını anladığın o an..İşte o anın kahrı bizi büyüten, ağladıkça da küçülüyoruz hâliyle..Anlık acılarla zaman geçiriyoruz göz yaşlarıyla. Ağlayamadığındaysa, yaşıyorsundur o an gerçek acını, kederin ya da sen her ne diyorsan onu işte.Kaçışın yok o an.Taşımalısın o yükü sırtında.Aksi hâlde yaşadığın hayat, hayat mıdır ki?

İnsanlar doğarken, belki de hayatının en güzel anında bile ağlıyorsa bir gariplik olmalı bu işte .Sırf bu yüzden, tam akisne ağlamadan yaşamalı insan, büyük acıları tek başına kaldırarak ama bir damla göz yaşı kullanmadan.İçin kan ağlamalı bir yandan.Çünkü ağlamadan hissedeceksin o büyük acıyı ve bu büyük acıyla ulaşacaksın o mutlu denilen sona.O en büyük sevince, huzura.Bir bebek nasıl doğuyorsa, tam aksine..

11 Ocak 2010 Pazartesi

Eski Bir Odada, Yarım Kalmış Kelimeler Silueti

Bir kağıt, biir kurşun kalem yeter mi herşeyi anlatmaya?Ya da kelimeler hissettirirler mi bize neyin nasıl olduğunu, tam anlamıyla?E neden yazıyorsun o zaman?Kimsecikler yok etrafta, kalabalığın sesi kulağında, o soğuk, bahar taklidi yapan kış gününde yapacak başka bir şey bulamadığımdan herhalde..
...
Huzur arayan biri olarak sevmiyorum yalnızlığı.Yine konuştu beynim yol boyu durmadan.Artık karışmıyorum ona, ben karıştıkça b.kunu çıkarıyor çünkü, inadına yaparmışcasına..Belki de mutlu oluyorumdur onun saçmalıklarıyla, bir yandan da kandırıyorumdur kendimi onlarla. Çünkü öylede yok mutluluk, böyle de yok.O zaman çok görülmesin bana bu kendini kandırmalar..
...
Eskiler ayağıma vurulan bir palanga.Ne beni bir yere, bir noktaymışım gibi sabitliyor, ne beni bir kuş misali özgür bırakıyor.İnsanoğlu nankör, hiç bir şeyi yarım istemiyor hayatında.Bende tipik bir insan işte; ya özgür olayım diyorum, ya tutsak olmuyor..Bir boşluktaymışım gibi herşey, tanımı var kendisi yok.Tanımıyla mutlu,"yok"luğuyla mutsuz..

2 Ocak 2010 Cumartesi

çormankarman

Uyarı: Birazdan okuyacaklarınız karman çorman duygular içermekte olup, ruh sağlığınızı alt üst edebilir ya da beklenmeyen bir etki yaratıp her şeyi yerli yerine oturtabilir!!!

Uzun süredir yazasım var, yazmaya mecalim yok...Ahh bu arada yeni yılın ilk yazısı :) (çok da önemliydi sanki..) Düşünmeden yazıyorum şu an bakalım ne çıkacak sonuç olarak..Tüm gün sağ gözüm seyirdi.Derler ki iyi haber duyacaksın.MFÖ gibi "Benim Hala Umudum Vaaaaarrr" şeklinde şarkılar söyleyebilirdim belki ama üzgünüm.Umut falan kalmadı!!Hepsi alıp götürdüler!!Götürenler mi kim?Bak onun cevabı bende de yok.Başkalarına, kendi hayatlarına umutla bakabilmeleri için yardım etmeme, polyanacılık oynamama rağmen(öyle öğrendim çünkü..) bir kendime hayrım yok bu konuda.Nereden mi çıkarıyorum bunları?İnsan eğer hayal kurabiliyorsa umudu vardır..Umutlardan doğar hayal, umutla büyür..Umudun varsa hayalin vardır.Hayal kurabilme yeteneğimi kaybettim ben.Beceremiyorum arkadaş!Başlıyorum düşünmeye ama hiç bir b.k çıkmıyor sonunda.Hayal kurmayı bile zehir ediyorum kendime yani.Öyle kuru kuru yaşayan bir insan oldum.Eskiden hiç olmazsa çocukluğum vardı üstümde.Ben hep olgun bir çocuk olmuştum eskiden.Hem olgun hem çocuk..İkisi biraz dengesiz bir karışım gibi durabilir ama doğrusu buymuş aslında.Çocukluğumu kaybedince anladım.Şimdi beni herkes bıcır bıcır ,"cheerful" diye tanıyor ama içte ne fırtınalar kopuyor kimse bilmiyor.Keşke gitmeseydi olgun yanımın çocuk kısmı..Hala çocuk cesaretiyle davranıp mutlu edebilsem kendimi..Büyümüş olmanın getirdiği neşeyi isteyen kim??Ne yapsak da dönsek geriye, ulaşsak çocuk olgun hallerimize??

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı