Şeytanın Avukatı - "Yalnızca kendi gördüğü zararlar akıllı yapar kişiyi, yalnızca başkalarının gördüğü zararlar da iyi."- böyle der, her türlü ahlaklılığı acımaktan ve her türlü zekayı insanın yalnızlığından türeten o tuhaf felsefe. Böylelikle, farkına varmadan dünyadaki tüm zararlılığın avukatı olur. Çünkü acımak için başkalarının acı çekmesi, yalnız kalmak için de başkalarını aşağılamak gerekir.
Bu sebeple bu dialogun akıllısı belli, iyisi belli. Ben bu iyiliğimle akılın ve zararın avukatlığı ile başa çıkabilir miyiz? Zarara kör bakmak mı bizi mutlu eder, yoksa zararı görüp oyuna hiç girmemek mi? Hala çocukluğumuzdaki gibi, gece geç olsa da oyunu oynamak için ağlıyoruz. Zararlılığın avukatı, içimizdeki çocuğu öldürüyor mu? Ama çocuk olmaktan vazgeçmeyi istiyor muyuz?
Cumartesi gecesi küçücük bir çocuk vardı avucumda onu sevmeme anlık da olsa izin veren. Bana baktığında kendi huzuruyla kaybolan, huzuruyla huzur bulduğum. Bunu görüp sormamak ne mümkün, şeytan bunun neresinde? Biz tüm iyiliğimizle mi şeytanı çağırıyoruz tam ortamıza. Halbuki akılsız davransak ne şeytan girecek aramıza, ne avukatıyla muhattap olacağız. Ama zihinle beraber akıl da sıcak hamur gibi. Ne yerinde duruyor ne katılaşıyor. Dolayısıyla zihnimiz katılaşmadıkça ruhumuz yumuşamıyor. Ruhla akılın paradoksu burda var oluyor. Hayat, zihin, katı ruhumuz belirsizleştikçe mutlu oluyor, ama biz kararlı olacağız diyip kendimizi kaçırıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder