1 Temmuz 2019 Pazartesi
Ben yine döndüm
Bu dönüşler kaçıncı bilmiyorum. Burayı da sadece kayıt altında kalsın diye tutuyorum. Açıklamaya kişisel arşiv mi yazmalı ne? Okuyanlar varsa hala bu blogları selam olsun tabi.. Geçmişe dair elde birikenleri yazıyor olalım bakalım.
18 Haziran 2019 Salı
13 Haziran 2019 Perşembe
8 Haziran 2019 Cumartesi
Ben kendimin nerde durduğumu çok da kestiremeden gelişine yaşamaya başladım hayatımı. Tutarsızlıklarımı unutma ya da tesadüf kisvesinde yaşıyor oldum. Artık rol yapma yetimi kaybettim gelişine bahanelerle kendimi freni tutmayan bir araba gibi bırakıyorum. Kendi sorularıma cevap aramaktan, hayatın sorularına cevap veremiyor oluyorum. Zor soruların dengesizliğinden sığ sorulara cevap veremez olup kendimden küçük bir salak yaratıyorum.
Ben kızımı özlüyorum, bana haykıran, hırçın, sorular soran, isyan eden, sorularıma cevap vermek için kendimi mahzenlere hapseden ama bana özgürlüğümü veren.
Kızımı kaybedince kendimi kaybetmiş oldum ben. İçimin matemi dışımın dengesizliği oldu. Salt duygularımı yeniden tamamen kapatabilmem için bu kızı yeniden doğurmam, sonra tekrar öldürmem gerek. Yeniden katil olmayı kaldırır mı bu beden, yeniden güçlü olabilmek için. Belki yıllar önce böyle etkiledi beni Madame Bathory, kendi güzelliği için başkalarının kanını içen o kadından farkım neydi?
Bir kız doğurmak istiyorum artık, kendi hırslı kanımdan, bencilliğin ve hırsın dölünden , o dölü öfkeyle içime akıtan bir nefretten ve tüm bunların gücüyle doğan beslenen bir kız çocuğu. Ben ancak böyle bir kızı doğurduğumda ben olabilirim, yeniden onu öldürüp o kanla gücümü, duygusuzluğumu ve beni kazanabilirim.
Ben bu sorularla korunurken, sen tüm yöntemleri alt üst edip içimde büyürken, bu umudumla ben seni bekliyor olacağım küçük kızım.
Ben kızımı özlüyorum, bana haykıran, hırçın, sorular soran, isyan eden, sorularıma cevap vermek için kendimi mahzenlere hapseden ama bana özgürlüğümü veren.
Kızımı kaybedince kendimi kaybetmiş oldum ben. İçimin matemi dışımın dengesizliği oldu. Salt duygularımı yeniden tamamen kapatabilmem için bu kızı yeniden doğurmam, sonra tekrar öldürmem gerek. Yeniden katil olmayı kaldırır mı bu beden, yeniden güçlü olabilmek için. Belki yıllar önce böyle etkiledi beni Madame Bathory, kendi güzelliği için başkalarının kanını içen o kadından farkım neydi?
Bir kız doğurmak istiyorum artık, kendi hırslı kanımdan, bencilliğin ve hırsın dölünden , o dölü öfkeyle içime akıtan bir nefretten ve tüm bunların gücüyle doğan beslenen bir kız çocuğu. Ben ancak böyle bir kızı doğurduğumda ben olabilirim, yeniden onu öldürüp o kanla gücümü, duygusuzluğumu ve beni kazanabilirim.
Ben bu sorularla korunurken, sen tüm yöntemleri alt üst edip içimde büyürken, bu umudumla ben seni bekliyor olacağım küçük kızım.
10 Mayıs 2019 Cuma
Belki de başa dönemedin tam. Zevklerin verdiği karanlıkla hayatta olması gerekenlere duyulan heveslerin tam ortasında kalmak benimki. Sanki başkasının ışığı bana da aydınlık olabilecekmiş gibi.
Kendimle başbaşa kalmayı denerken bile kendimle kalamıyorsam, asıl korkutan şey ne beni? Bu iş nasıl bir başkasına(kim nasıl olursa olsun) bağımlı olma haline döndü. Ben başkalarını kendime bağımlı hale getirirken, onlara nasıl muhtaç oldum?
Sorular artık yol göstermeyip, çıkmaza sokunca ne yapıyorduk? Tüm kirli düşüncelerimi tüm pisliklerimin kabullenme zamanı mıydı yoksa?
Bu pislikleri nasıl dökebilirim ki ortalığa? Hangi kürekle kaldırabilirdim bu yükü? Soru işaretlerini bile önce nokta halinde yazmamın amacı ne olabilirdi ki? Cümlelerimi kaybetmiştim belki de. Benim noktalarım, hatta ünlemlerim, aslında kendi yarattığım karmaşaların sesleri, izleri değil miydi?
Büyümek böyle bir şeydi belki de. Sorular dolduruyordu artık bedenimizi, zihnimiz ise başı bozuk bir hergele. Benzetmeler paklamıyordu artık ellerimi, her şeyi anormalleştirme halimden kurtulmaya çalıştıkça hayattaki her olguyu normalleştirir halde buldum kendimi.
Hayatın o kadar anormal olması mümkün değildi lakin bu kadar da normal kalması sanki doğal değildi. Absürtlük, saçmalık, iğrençlik, mükemmellik kavramlarını hayatın içinde yok ederken tüm bu misyonları hangi ara kendime yükledim asıl onu kaçırıyorum sanırım gözden.
Bu defterle hangi kısmımın kaydını tutuyorum, bilmiyorum. Hayatı unuturken kendimi nasıl bu kadar kaybediyorum, onu fark edemiyorum. Sorularımı kaldıran, pisliklerimi taşıyan o kürek bu defter olabilir mi sanmıyorum, ama yine de deniyorum.
Kendimle başbaşa kalmayı denerken bile kendimle kalamıyorsam, asıl korkutan şey ne beni? Bu iş nasıl bir başkasına(kim nasıl olursa olsun) bağımlı olma haline döndü. Ben başkalarını kendime bağımlı hale getirirken, onlara nasıl muhtaç oldum?
Sorular artık yol göstermeyip, çıkmaza sokunca ne yapıyorduk? Tüm kirli düşüncelerimi tüm pisliklerimin kabullenme zamanı mıydı yoksa?
Bu pislikleri nasıl dökebilirim ki ortalığa? Hangi kürekle kaldırabilirdim bu yükü? Soru işaretlerini bile önce nokta halinde yazmamın amacı ne olabilirdi ki? Cümlelerimi kaybetmiştim belki de. Benim noktalarım, hatta ünlemlerim, aslında kendi yarattığım karmaşaların sesleri, izleri değil miydi?
Büyümek böyle bir şeydi belki de. Sorular dolduruyordu artık bedenimizi, zihnimiz ise başı bozuk bir hergele. Benzetmeler paklamıyordu artık ellerimi, her şeyi anormalleştirme halimden kurtulmaya çalıştıkça hayattaki her olguyu normalleştirir halde buldum kendimi.
Hayatın o kadar anormal olması mümkün değildi lakin bu kadar da normal kalması sanki doğal değildi. Absürtlük, saçmalık, iğrençlik, mükemmellik kavramlarını hayatın içinde yok ederken tüm bu misyonları hangi ara kendime yükledim asıl onu kaçırıyorum sanırım gözden.
Bu defterle hangi kısmımın kaydını tutuyorum, bilmiyorum. Hayatı unuturken kendimi nasıl bu kadar kaybediyorum, onu fark edemiyorum. Sorularımı kaldıran, pisliklerimi taşıyan o kürek bu defter olabilir mi sanmıyorum, ama yine de deniyorum.
2 Mayıs 2019 Perşembe
Bir yıllık iyileşme sonucunda yine başladığım yere geri dönerek iyileştirdim kendimi. İnsanın kendisinin neyden beslendiğini bulması zor. Yeni kıtalara bir keşif ama yöntemi; yolculuğa çıkmak için değil yerinde bulunmak, sabit kalmak. Ben durup baktım olan bitene ama hiç görmedim ne olup bittiğini. O dur dediğim zamanlar aslında eskilerin kalıntıları gibiydi. Auram temizdi, lakin ruhum kirleniyor gibiydi.
Eskiden de bahsettiğim Elif vardı ya belki de başkalarının bahsettiği gibi o an ben Elif oluyordum artık. Hangi adımda ne yaptığını bilen, kendini çırılçıplak olacak kadar özgüvenli hisseden, o şehveti yaşamak için kendini önce küçük düşüren kendi gözünde. O an sadece"o"nu değil dünyaları ayağa kaldırabilen salt kendi gibi olan, o özünün ucuzluğuna dönen.
Bir insanın iç pisliği ile temiz olması mümkün müdür? Kimseye zarar vermeden, onların kişisel alanını gözeterek de kötü olamaz mıydı insan?
İçim bulanık, tek bir yerde olamamak garip. İçinde bastırdığın ve gösterdiğin, yaşadığın hatta kurmanın aslında ne kadar kolay olduğunu gördüm. Vazgeçmekten korktuklarımız istediklerimiz miydi aslında? Vazgeçmeyi lüks olarak görmek kolaya kaçmak mıymış meğer? Ben nelerden vazgeçtim peki hayatımda? Onlardan vazgeçince her şeyin yolunda olacağına inanmak nasıl bir aptallıkmış ya da..
Dokuz sene önce sorulan bir soruydu aslında. İnsan kendini nasıl kurar yeniden? Kendini kabullenmek mi acaba bu işin gerçeği?
Bir Elif var içimde. Edepsizliği ile güçlenen, hayatına soktuğu herkesten pay biçen, kendi zevkleri uğruna aklınıza gelen her türlü hareketi yapabilen, dik durup saatlerce çırılçıplak oturup hiç kendini anormal, tuhaf hissetmeyen. Nefes aldığında tüm kalp atışını tüm hücrelerinde ancak o zamanla hissedebilen.
Eskiden de bahsettiğim Elif vardı ya belki de başkalarının bahsettiği gibi o an ben Elif oluyordum artık. Hangi adımda ne yaptığını bilen, kendini çırılçıplak olacak kadar özgüvenli hisseden, o şehveti yaşamak için kendini önce küçük düşüren kendi gözünde. O an sadece"o"nu değil dünyaları ayağa kaldırabilen salt kendi gibi olan, o özünün ucuzluğuna dönen.
Bir insanın iç pisliği ile temiz olması mümkün müdür? Kimseye zarar vermeden, onların kişisel alanını gözeterek de kötü olamaz mıydı insan?
İçim bulanık, tek bir yerde olamamak garip. İçinde bastırdığın ve gösterdiğin, yaşadığın hatta kurmanın aslında ne kadar kolay olduğunu gördüm. Vazgeçmekten korktuklarımız istediklerimiz miydi aslında? Vazgeçmeyi lüks olarak görmek kolaya kaçmak mıymış meğer? Ben nelerden vazgeçtim peki hayatımda? Onlardan vazgeçince her şeyin yolunda olacağına inanmak nasıl bir aptallıkmış ya da..
Dokuz sene önce sorulan bir soruydu aslında. İnsan kendini nasıl kurar yeniden? Kendini kabullenmek mi acaba bu işin gerçeği?
Bir Elif var içimde. Edepsizliği ile güçlenen, hayatına soktuğu herkesten pay biçen, kendi zevkleri uğruna aklınıza gelen her türlü hareketi yapabilen, dik durup saatlerce çırılçıplak oturup hiç kendini anormal, tuhaf hissetmeyen. Nefes aldığında tüm kalp atışını tüm hücrelerinde ancak o zamanla hissedebilen.
25 Ocak 2019 Cuma
Bu doyumsuzluk neden bilmiyorum? Zamanın geçmesini çok da takmıyorum kendi içimde. Yeni yılın ilk ayında hiç yanlış yazmadan '19 diye konduruveriyorum tarihe.
Kendi içinde, tek başına yaşamak mümkün mü? Güçlü olmak yetiyor mu bir insana? Ya da bu sorular sorulduğuna göre yeteri kadar (ya da söylediğim kadar) dik durabiliyor muyum hayatta?
İnsan ne için yaşar? Çok mu olmayı başarmaktır işin fıtratı? Teklikle hayatta kalabilmek ne kadar doğru? Doğru sandığımız yanlışların peşinden koşmak mı yorucu olan? Bu sorular bu kadar çoğalmışken, nasılı nasıl bulur insan?
Ben böyle mi değiştim mesela? Yargı cümlelerimi bırakıp soru işaretlerimi yazarsam nasıl bulurum ki yolumu? Hadi yazsana soru işaretsiz cümlelerini! Noktalarla kurtulacaksın içini kemiren o fareden.
Etrafımdaki herkes kendi hayatını kuruyor, kurmaya çalışıyor. Ben eski heyecanlarımdan da, isteklerimden de kurtulamıyorum. Yenilerini yaşamak için pek de bir şey yapmıyorum. Ben yenilere ayak uydurmayı bir kenara bırak, eskileri tek başıma yaşamak için elimden geleni yapıyorum. Sonra kendimi yalnız bırakmakla suçluyorum.
Tek olmak, tek kalmak benim suçum belli ki. Liseden beri dikine dikine gittiğim doğruları tek doğruymuş gibi kabullenip yaşamak da benim muhafazakarlığım sanırım. Bu at gözlüklerimle birine bakmak boşuna çaba. Ama onlardan vazgeçmek akıl kârı değil.
Etrafın mantıksız dogmaları belki de beni yaralayan. Ben bu dogmalarla hayatta kalmam da imkansız. Aklına yatmayan şeylerle nasıl yaşar bir insan? Mutluluk akılsızlıkla mı vuruyor bu hayatta? İnsanlar mutlu olmak için nasıl vazgeçiyor, insanı insan yapan en temel özellik olan akıldan. Akıldan çıkan bu hayat mutsuzluğu nasul getirebilirdi ya da?
Mutluluk senaryoları hayalle mi yazılıyordu peki? Hayal nasıl kuruluyordu sahi? Gözlerimi kapatınca bir şey gelmiyor artık gözümün önüne, ilham olduğum olguları birer birer yıkmış gibiyim. Sınırsızlığımı akılla yönlendirmeye çalıınca hiçlik kalıyor elimde. Akılsızlık ise sınırlarımı kaldırdığında savaş açıyor beynime. Bu savaşı kazanmak mümkün mü? Yorulmaya devam edip mutluluğun gelme ihtimaline inanmak ne kadar doğru? Yaşayamayacaklarımı düşününce yaşadıklarımdan da vazgeçersem de ne kalacak elimde? Yine yaşayamayacaklarım yaşansa ne kadar mutlu edecek ki beni hayatın sonunda?
İhtimallerin heyecanına üzülmek, ihtimalsizliklerin mutluluğundan daha iyi galiba.
Kendi içinde, tek başına yaşamak mümkün mü? Güçlü olmak yetiyor mu bir insana? Ya da bu sorular sorulduğuna göre yeteri kadar (ya da söylediğim kadar) dik durabiliyor muyum hayatta?
İnsan ne için yaşar? Çok mu olmayı başarmaktır işin fıtratı? Teklikle hayatta kalabilmek ne kadar doğru? Doğru sandığımız yanlışların peşinden koşmak mı yorucu olan? Bu sorular bu kadar çoğalmışken, nasılı nasıl bulur insan?
Ben böyle mi değiştim mesela? Yargı cümlelerimi bırakıp soru işaretlerimi yazarsam nasıl bulurum ki yolumu? Hadi yazsana soru işaretsiz cümlelerini! Noktalarla kurtulacaksın içini kemiren o fareden.
Etrafımdaki herkes kendi hayatını kuruyor, kurmaya çalışıyor. Ben eski heyecanlarımdan da, isteklerimden de kurtulamıyorum. Yenilerini yaşamak için pek de bir şey yapmıyorum. Ben yenilere ayak uydurmayı bir kenara bırak, eskileri tek başıma yaşamak için elimden geleni yapıyorum. Sonra kendimi yalnız bırakmakla suçluyorum.
Tek olmak, tek kalmak benim suçum belli ki. Liseden beri dikine dikine gittiğim doğruları tek doğruymuş gibi kabullenip yaşamak da benim muhafazakarlığım sanırım. Bu at gözlüklerimle birine bakmak boşuna çaba. Ama onlardan vazgeçmek akıl kârı değil.
Etrafın mantıksız dogmaları belki de beni yaralayan. Ben bu dogmalarla hayatta kalmam da imkansız. Aklına yatmayan şeylerle nasıl yaşar bir insan? Mutluluk akılsızlıkla mı vuruyor bu hayatta? İnsanlar mutlu olmak için nasıl vazgeçiyor, insanı insan yapan en temel özellik olan akıldan. Akıldan çıkan bu hayat mutsuzluğu nasul getirebilirdi ya da?
Mutluluk senaryoları hayalle mi yazılıyordu peki? Hayal nasıl kuruluyordu sahi? Gözlerimi kapatınca bir şey gelmiyor artık gözümün önüne, ilham olduğum olguları birer birer yıkmış gibiyim. Sınırsızlığımı akılla yönlendirmeye çalıınca hiçlik kalıyor elimde. Akılsızlık ise sınırlarımı kaldırdığında savaş açıyor beynime. Bu savaşı kazanmak mümkün mü? Yorulmaya devam edip mutluluğun gelme ihtimaline inanmak ne kadar doğru? Yaşayamayacaklarımı düşününce yaşadıklarımdan da vazgeçersem de ne kalacak elimde? Yine yaşayamayacaklarım yaşansa ne kadar mutlu edecek ki beni hayatın sonunda?
İhtimallerin heyecanına üzülmek, ihtimalsizliklerin mutluluğundan daha iyi galiba.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)