Bu bir davet ya da bir bekleyiş değil. Sadece içten bir yardım sorusuna içten bir cevap.
Yeni yıl bahanesiyle yeni bir sayfa açmaya bir neden bulursan kendi içinde, eğer gerçekten bu hayatta yaşamaya karar vermek istersen, bu kalemlerle o sayfaya yazılacak hikayeler can bulsun önce. Belki o yazılar sana da can suyu olur.
Hikayelerinle beraber var olman dileği ile..
20 Aralık 2018 Perşembe
16 Aralık 2018 Pazar
Bu zamanların beni bu hallere dönüştüreceğini hiç beklemezdim. Yıllar sonra, kefemi boşaltacağıma daha da doldurarak geldim aynı yere, kulağımda o zamanların ezgileri, sanki aradaki zaman dilimi hiç yaşanmamış gibi. Tanıdıklarımın aynı kalmasından korkarak burdayım aslında. Kokuları ve onların hatıraları zihnimde ancak onları görmemek için bakmamak tüm çabam.
Görmemek mümkün mü senin için, boş boş bakmak zahiri yaşanan bir umut(suzluk) mu? Görmeseydim o en uzaktaki karanlığı daha mı "ben" olurdum? Bu benlik arayışı neden? Beynimin hiç bir şeyi olduğu gibi kabul edememesi nasıl buldurabilir ki "ben"i bana?
Bu öyle bir yol ki aslında, gerçeğin tam ortasında gerçekten uzak. Gerçeğin yansımasıyla yaşanmaya çalışan bir yol, yansıması aynadan değil kendinden. Şeffaf temiz yüzeyden bakacağıma içimden bakıyorum kendime. Kendi saflığımı bozup, riyakarca yaşıyorum. Milyonlarca yüzümün içinden maskelerimi takıp her seferinde yeniden çıkıyorum o yola. Her seferinde bana döneceğime inanıp, başka bir yerde benle karşılaşacağıma inanarak.
15 Aralık 2018 Cumartesi
2 Aralık 2018 Pazar
Senin acın bana umut olur mu? Senin yalpalamaların bana yok olur mu? Bu sorularla alabilir miyim nasırlarını yoksa kangren kalbime mi girmiş olur? Aslında benim mezem senin rakına olur mu? Ben sana sorularımla yardımcı olur muyum? Sen bana cevaplarınla yara olur musun? O yaralar beni huzur doldurur mu? Yoksa beni hayatta dondurur mu? Duygusuz, derin olunur mu? Derinlik sarhoşluğumuzda duygusuz olunur mu? Senin duygusuzluğun bana lütuf olur mu? Çirkinliğimiz bize fener olur mu? Bu fenerle öyküler kurulur mu? Yazılabilirse bu öyküler bize yoldaş olur mu? Bizden "biz" var olur mu?
18 Kasım 2018 Pazar
Ben aklımda bir paradoks, kendimle kavga edip duruyorum. Ben aklımdaki bu paradoksla seninle kavga edip duruyorum kendi içimde ve yine ben aklımda seninle kavga edip durmak istemiyorum artık. Senin aklın benim iyiliğim yüzünden ne ben acı çekeyim ne sen bana acı istiyorum. Ne ben aşağılanayım ne sen yalnız kal istiyorum. Zararlılığın avukatına elim çok güçlü çıkmam gerekiyor, eğer onu alt edeceksem seni yanıma almam gerekiyor ama yenileceksem de sensizce zararlardan kaçmam gerekiyor. Arada kalınca böyle zararı yenmeyi göze alsam da sadece suretinle güç bulamıyorum onları alt etmeye.
Bir masaya oturttun ikimizi, kartları dağıttık kafamız güzel, kozlarımızı söyledik, içimizde ne var ne yok döktük en içten en kendimiz halimizle ama tam kartları açacak oyuna girecekken kalkıyorsun masadan, uzaklaşmıyor orda bekliyorsun da ama. Ben seni beklerken gördüğümde oyundan vazgeçemiyorum ama sen masaya oturmadıkça kartlarımı da açamıyorum.
Ben hayatımdakilere baktığımda hep içlerini görmek istedim, bir çoğunu da gördüğüme eminim. Evrenin üzerime yüklediği en büyük yüklerden biri de buydu belki. Dolayısıyla ben bu yükün amacını hep, karşımdakine uyumlu olmak zorunda olduğum bir ilişki kurmam üzerinden değerlendirmiştim. Ben hep onların aynası olarak benliğimi kaybetmiştim. Senin yanında kendim olma umudunu görüyorum. Ve daha da kıymetli olanı ben, ben gibi oldukça zaten sana uyumlu olduğumu hissedebiliyorum. Bu insanın başına kaç kere gelir ki? Bu yüzden denemeden geçip gitmek yapılacak en büyük aptallık, bunu görmezden gelmek daha büyük aptallık.
Bizden bir şey olur mu bilinemez, klişelere koşar mıyız yoksa kendi doğrularımızı kendimiz mi yazarız yine bilmiyorum. Olan biteni sıfatlara sığdırmaya niyetim yok, çünkü sıfatlarla yaşayacaklarımız bizi özümüzden uzaklaştırır, tüm bu sürecin kafa bulandıran kısmının çekiciliği böylece kaybolur. Tek isteğim bir konsensus; vakit geçirip hayatı ortaklaştırma denemesi, sadece ikimizin içinde olduğu bir diyalog maketi belki de. Eğer maketiyle mutlu olursak gerçeğini yapmaya güç bulmaz mıyız? Ya da mutsuz olursak da kendisi yıkılmadan biz de altında kalıp ölmeden kaçar gideriz kendi bildiklerimize. Avuçlarıma öyle bir şey bıraktın ki sen, öyle bir tohum ki o ben onu ekmeden duramıyorum kafamda. Belki hiç yaşamayacak bir tohum ama toprağını suyunu vermeden kenara atmaya kıymam mümkün olmuyor kafamda. O yeşerirse okunacak kitaplarımızı, dinlenecek müziklerimizi, yazılacak yazılarımızı, görülecek yerlerimizi, çekilecek filmlerimizi, içilecek her bir şeyimizi yani o tohumdan doğacak bizim meyvelerimizi düşünmeden edemiyorum.
İnsanlığın zihni katılaşmadıkça ruhları yumuşamıyor. Tüm anlamlı şeyler katı zihinle ama yumuşak ruhlarla ortaya çıkıyor. Ruhla aklın paradoksu da burda başlıyor bence ve belki de hayatın kıymetli yanı bu paradoksu dengede yaşadığımızda var oluyor. Tek niyetim aklımızla beslenen katı zihinlerimize, iyiliklerimizle beraber ruhlarımıza yumuşama fırsatı vermek. Onun dışında hiç bir sıfatta, olayda gözüm yok zaten. Yumuşarsa ruhlarımız, yolumuzu buluruz elbet. Bulamazsak da yaşayacak kadar güçlüyüz zaten, yeter ki aklından geçen her şeyi bilme şansına ulaşabileyim. Yeter ki elimizden geleni yapmadık ki biz hep kaçtık bu hayattan demeyelim.
Bir masaya oturttun ikimizi, kartları dağıttık kafamız güzel, kozlarımızı söyledik, içimizde ne var ne yok döktük en içten en kendimiz halimizle ama tam kartları açacak oyuna girecekken kalkıyorsun masadan, uzaklaşmıyor orda bekliyorsun da ama. Ben seni beklerken gördüğümde oyundan vazgeçemiyorum ama sen masaya oturmadıkça kartlarımı da açamıyorum.
Ben hayatımdakilere baktığımda hep içlerini görmek istedim, bir çoğunu da gördüğüme eminim. Evrenin üzerime yüklediği en büyük yüklerden biri de buydu belki. Dolayısıyla ben bu yükün amacını hep, karşımdakine uyumlu olmak zorunda olduğum bir ilişki kurmam üzerinden değerlendirmiştim. Ben hep onların aynası olarak benliğimi kaybetmiştim. Senin yanında kendim olma umudunu görüyorum. Ve daha da kıymetli olanı ben, ben gibi oldukça zaten sana uyumlu olduğumu hissedebiliyorum. Bu insanın başına kaç kere gelir ki? Bu yüzden denemeden geçip gitmek yapılacak en büyük aptallık, bunu görmezden gelmek daha büyük aptallık.
Bizden bir şey olur mu bilinemez, klişelere koşar mıyız yoksa kendi doğrularımızı kendimiz mi yazarız yine bilmiyorum. Olan biteni sıfatlara sığdırmaya niyetim yok, çünkü sıfatlarla yaşayacaklarımız bizi özümüzden uzaklaştırır, tüm bu sürecin kafa bulandıran kısmının çekiciliği böylece kaybolur. Tek isteğim bir konsensus; vakit geçirip hayatı ortaklaştırma denemesi, sadece ikimizin içinde olduğu bir diyalog maketi belki de. Eğer maketiyle mutlu olursak gerçeğini yapmaya güç bulmaz mıyız? Ya da mutsuz olursak da kendisi yıkılmadan biz de altında kalıp ölmeden kaçar gideriz kendi bildiklerimize. Avuçlarıma öyle bir şey bıraktın ki sen, öyle bir tohum ki o ben onu ekmeden duramıyorum kafamda. Belki hiç yaşamayacak bir tohum ama toprağını suyunu vermeden kenara atmaya kıymam mümkün olmuyor kafamda. O yeşerirse okunacak kitaplarımızı, dinlenecek müziklerimizi, yazılacak yazılarımızı, görülecek yerlerimizi, çekilecek filmlerimizi, içilecek her bir şeyimizi yani o tohumdan doğacak bizim meyvelerimizi düşünmeden edemiyorum.
İnsanlığın zihni katılaşmadıkça ruhları yumuşamıyor. Tüm anlamlı şeyler katı zihinle ama yumuşak ruhlarla ortaya çıkıyor. Ruhla aklın paradoksu da burda başlıyor bence ve belki de hayatın kıymetli yanı bu paradoksu dengede yaşadığımızda var oluyor. Tek niyetim aklımızla beslenen katı zihinlerimize, iyiliklerimizle beraber ruhlarımıza yumuşama fırsatı vermek. Onun dışında hiç bir sıfatta, olayda gözüm yok zaten. Yumuşarsa ruhlarımız, yolumuzu buluruz elbet. Bulamazsak da yaşayacak kadar güçlüyüz zaten, yeter ki aklından geçen her şeyi bilme şansına ulaşabileyim. Yeter ki elimizden geleni yapmadık ki biz hep kaçtık bu hayattan demeyelim.
15 Kasım 2018 Perşembe
Şeytanın Avukatı - "Yalnızca kendi gördüğü zararlar akıllı yapar kişiyi, yalnızca başkalarının gördüğü zararlar da iyi."- böyle der, her türlü ahlaklılığı acımaktan ve her türlü zekayı insanın yalnızlığından türeten o tuhaf felsefe. Böylelikle, farkına varmadan dünyadaki tüm zararlılığın avukatı olur. Çünkü acımak için başkalarının acı çekmesi, yalnız kalmak için de başkalarını aşağılamak gerekir.
Bu sebeple bu dialogun akıllısı belli, iyisi belli. Ben bu iyiliğimle akılın ve zararın avukatlığı ile başa çıkabilir miyiz? Zarara kör bakmak mı bizi mutlu eder, yoksa zararı görüp oyuna hiç girmemek mi? Hala çocukluğumuzdaki gibi, gece geç olsa da oyunu oynamak için ağlıyoruz. Zararlılığın avukatı, içimizdeki çocuğu öldürüyor mu? Ama çocuk olmaktan vazgeçmeyi istiyor muyuz?
Cumartesi gecesi küçücük bir çocuk vardı avucumda onu sevmeme anlık da olsa izin veren. Bana baktığında kendi huzuruyla kaybolan, huzuruyla huzur bulduğum. Bunu görüp sormamak ne mümkün, şeytan bunun neresinde? Biz tüm iyiliğimizle mi şeytanı çağırıyoruz tam ortamıza. Halbuki akılsız davransak ne şeytan girecek aramıza, ne avukatıyla muhattap olacağız. Ama zihinle beraber akıl da sıcak hamur gibi. Ne yerinde duruyor ne katılaşıyor. Dolayısıyla zihnimiz katılaşmadıkça ruhumuz yumuşamıyor. Ruhla akılın paradoksu burda var oluyor. Hayat, zihin, katı ruhumuz belirsizleştikçe mutlu oluyor, ama biz kararlı olacağız diyip kendimizi kaçırıyoruz.
Bu sebeple bu dialogun akıllısı belli, iyisi belli. Ben bu iyiliğimle akılın ve zararın avukatlığı ile başa çıkabilir miyiz? Zarara kör bakmak mı bizi mutlu eder, yoksa zararı görüp oyuna hiç girmemek mi? Hala çocukluğumuzdaki gibi, gece geç olsa da oyunu oynamak için ağlıyoruz. Zararlılığın avukatı, içimizdeki çocuğu öldürüyor mu? Ama çocuk olmaktan vazgeçmeyi istiyor muyuz?
Cumartesi gecesi küçücük bir çocuk vardı avucumda onu sevmeme anlık da olsa izin veren. Bana baktığında kendi huzuruyla kaybolan, huzuruyla huzur bulduğum. Bunu görüp sormamak ne mümkün, şeytan bunun neresinde? Biz tüm iyiliğimizle mi şeytanı çağırıyoruz tam ortamıza. Halbuki akılsız davransak ne şeytan girecek aramıza, ne avukatıyla muhattap olacağız. Ama zihinle beraber akıl da sıcak hamur gibi. Ne yerinde duruyor ne katılaşıyor. Dolayısıyla zihnimiz katılaşmadıkça ruhumuz yumuşamıyor. Ruhla akılın paradoksu burda var oluyor. Hayat, zihin, katı ruhumuz belirsizleştikçe mutlu oluyor, ama biz kararlı olacağız diyip kendimizi kaçırıyoruz.
1 Kasım 2018 Perşembe
29 Ekim 2018 Pazartesi
Ölümü bilemem derdim. Sen daha gelmeden, belki de hiç gelemeyecekken beni gitmek istediğim uçurumlara sürükledin. Yürürken bilmediğim o yolda, uyandırıp attın beni taaa en dibe, ölüme. Yaşıyordum ama o sesle ölüyordum ben. Kilisenin huzurlu sesini vermiştin bana. Ben o boşluğa düşerken, anladım ki boşlukta yaşamıyormuşum ben. Belki aydınlık sokakları göremeyiz ama bana o aydınlık(!) yok oluşları şimdiden tattırdın bile. Belki peşimden gelmezsin ama beni attığın uçurumlar bile şimdilik çok güzel.
28 Ekim 2018 Pazar
Yıllar önce akıllarda olan bir şiiri, şimdiki zamanda tamamen aklımdan silmişken yeniden hatırladım.
Ben aynı ben değilken mümkün mü eskiye dönmek, yeniden o kör ama aydınlık sokaklara girmek?
Benim bulanıklarım başkasının ışığı olabilir mi hiç, yoksa o da girince bu bulanıklıklara, aydınlanır mıyız ikimiz?
Ben ne zaman yalnız kaldım, bilmiyorum
her zaman yalnızdım, bunu biliyorum büyücü ellerimin kara sanatı yazı en çok ben onardım dostlukları, en çok benim elim dikiş tuttu bağışlamasız sanarken kendimi en çok ben unuttum kalbimin benden sakladıklarını tığla içeri çektim takılmış kazakların ipini denenmemiş başlangıçları göze aldım, hafifletilmiş hasarları, görmezden gelinen enkazı mutfağı beklemek hep bana kaldı bir şiirden bir romandan bir filmden çıkıp her seferinde aydınlık bir inat gibi yeniden karıştım hayata hiç el değmemiş gibi yeniden konuk geldim odalarınıza, ruhlarınıza buraya
M. Mungan
Ben aynı ben değilken mümkün mü eskiye dönmek, yeniden o kör ama aydınlık sokaklara girmek?
Benim bulanıklarım başkasının ışığı olabilir mi hiç, yoksa o da girince bu bulanıklıklara, aydınlanır mıyız ikimiz?
Ben ne zaman yalnız kaldım, bilmiyorum
her zaman yalnızdım, bunu biliyorum büyücü ellerimin kara sanatı yazı en çok ben onardım dostlukları, en çok benim elim dikiş tuttu bağışlamasız sanarken kendimi en çok ben unuttum kalbimin benden sakladıklarını tığla içeri çektim takılmış kazakların ipini denenmemiş başlangıçları göze aldım, hafifletilmiş hasarları, görmezden gelinen enkazı mutfağı beklemek hep bana kaldı bir şiirden bir romandan bir filmden çıkıp her seferinde aydınlık bir inat gibi yeniden karıştım hayata hiç el değmemiş gibi yeniden konuk geldim odalarınıza, ruhlarınıza buraya
M. Mungan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)