Ben aklımda bir paradoks, kendimle kavga edip duruyorum. Ben aklımdaki bu paradoksla seninle kavga edip duruyorum kendi içimde ve yine ben aklımda seninle kavga edip durmak istemiyorum artık. Senin aklın benim iyiliğim yüzünden ne ben acı çekeyim ne sen bana acı istiyorum. Ne ben aşağılanayım ne sen yalnız kal istiyorum. Zararlılığın avukatına elim çok güçlü çıkmam gerekiyor, eğer onu alt edeceksem seni yanıma almam gerekiyor ama yenileceksem de sensizce zararlardan kaçmam gerekiyor. Arada kalınca böyle zararı yenmeyi göze alsam da sadece suretinle güç bulamıyorum onları alt etmeye.
Bir masaya oturttun ikimizi, kartları dağıttık kafamız güzel, kozlarımızı söyledik, içimizde ne var ne yok döktük en içten en kendimiz halimizle ama tam kartları açacak oyuna girecekken kalkıyorsun masadan, uzaklaşmıyor orda bekliyorsun da ama. Ben seni beklerken gördüğümde oyundan vazgeçemiyorum ama sen masaya oturmadıkça kartlarımı da açamıyorum.
Ben hayatımdakilere baktığımda hep içlerini görmek istedim, bir çoğunu da gördüğüme eminim. Evrenin üzerime yüklediği en büyük yüklerden biri de buydu belki. Dolayısıyla ben bu yükün amacını hep, karşımdakine uyumlu olmak zorunda olduğum bir ilişki kurmam üzerinden değerlendirmiştim. Ben hep onların aynası olarak benliğimi kaybetmiştim. Senin yanında kendim olma umudunu görüyorum. Ve daha da kıymetli olanı ben, ben gibi oldukça zaten sana uyumlu olduğumu hissedebiliyorum. Bu insanın başına kaç kere gelir ki? Bu yüzden denemeden geçip gitmek yapılacak en büyük aptallık, bunu görmezden gelmek daha büyük aptallık.
Bizden bir şey olur mu bilinemez, klişelere koşar mıyız yoksa kendi doğrularımızı kendimiz mi yazarız yine bilmiyorum. Olan biteni sıfatlara sığdırmaya niyetim yok, çünkü sıfatlarla yaşayacaklarımız bizi özümüzden uzaklaştırır, tüm bu sürecin kafa bulandıran kısmının çekiciliği böylece kaybolur. Tek isteğim bir konsensus; vakit geçirip hayatı ortaklaştırma denemesi, sadece ikimizin içinde olduğu bir diyalog maketi belki de. Eğer maketiyle mutlu olursak gerçeğini yapmaya güç bulmaz mıyız? Ya da mutsuz olursak da kendisi yıkılmadan biz de altında kalıp ölmeden kaçar gideriz kendi bildiklerimize. Avuçlarıma öyle bir şey bıraktın ki sen, öyle bir tohum ki o ben onu ekmeden duramıyorum kafamda. Belki hiç yaşamayacak bir tohum ama toprağını suyunu vermeden kenara atmaya kıymam mümkün olmuyor kafamda. O yeşerirse okunacak kitaplarımızı, dinlenecek müziklerimizi, yazılacak yazılarımızı, görülecek yerlerimizi, çekilecek filmlerimizi, içilecek her bir şeyimizi yani o tohumdan doğacak bizim meyvelerimizi düşünmeden edemiyorum.
İnsanlığın zihni katılaşmadıkça ruhları yumuşamıyor. Tüm anlamlı şeyler katı zihinle ama yumuşak ruhlarla ortaya çıkıyor. Ruhla aklın paradoksu da burda başlıyor bence ve belki de hayatın kıymetli yanı bu paradoksu dengede yaşadığımızda var oluyor. Tek niyetim aklımızla beslenen katı zihinlerimize, iyiliklerimizle beraber ruhlarımıza yumuşama fırsatı vermek. Onun dışında hiç bir sıfatta, olayda gözüm yok zaten. Yumuşarsa ruhlarımız, yolumuzu buluruz elbet. Bulamazsak da yaşayacak kadar güçlüyüz zaten, yeter ki aklından geçen her şeyi bilme şansına ulaşabileyim. Yeter ki elimizden geleni yapmadık ki biz hep kaçtık bu hayattan demeyelim.
18 Kasım 2018 Pazar
15 Kasım 2018 Perşembe
Şeytanın Avukatı - "Yalnızca kendi gördüğü zararlar akıllı yapar kişiyi, yalnızca başkalarının gördüğü zararlar da iyi."- böyle der, her türlü ahlaklılığı acımaktan ve her türlü zekayı insanın yalnızlığından türeten o tuhaf felsefe. Böylelikle, farkına varmadan dünyadaki tüm zararlılığın avukatı olur. Çünkü acımak için başkalarının acı çekmesi, yalnız kalmak için de başkalarını aşağılamak gerekir.
Bu sebeple bu dialogun akıllısı belli, iyisi belli. Ben bu iyiliğimle akılın ve zararın avukatlığı ile başa çıkabilir miyiz? Zarara kör bakmak mı bizi mutlu eder, yoksa zararı görüp oyuna hiç girmemek mi? Hala çocukluğumuzdaki gibi, gece geç olsa da oyunu oynamak için ağlıyoruz. Zararlılığın avukatı, içimizdeki çocuğu öldürüyor mu? Ama çocuk olmaktan vazgeçmeyi istiyor muyuz?
Cumartesi gecesi küçücük bir çocuk vardı avucumda onu sevmeme anlık da olsa izin veren. Bana baktığında kendi huzuruyla kaybolan, huzuruyla huzur bulduğum. Bunu görüp sormamak ne mümkün, şeytan bunun neresinde? Biz tüm iyiliğimizle mi şeytanı çağırıyoruz tam ortamıza. Halbuki akılsız davransak ne şeytan girecek aramıza, ne avukatıyla muhattap olacağız. Ama zihinle beraber akıl da sıcak hamur gibi. Ne yerinde duruyor ne katılaşıyor. Dolayısıyla zihnimiz katılaşmadıkça ruhumuz yumuşamıyor. Ruhla akılın paradoksu burda var oluyor. Hayat, zihin, katı ruhumuz belirsizleştikçe mutlu oluyor, ama biz kararlı olacağız diyip kendimizi kaçırıyoruz.
Bu sebeple bu dialogun akıllısı belli, iyisi belli. Ben bu iyiliğimle akılın ve zararın avukatlığı ile başa çıkabilir miyiz? Zarara kör bakmak mı bizi mutlu eder, yoksa zararı görüp oyuna hiç girmemek mi? Hala çocukluğumuzdaki gibi, gece geç olsa da oyunu oynamak için ağlıyoruz. Zararlılığın avukatı, içimizdeki çocuğu öldürüyor mu? Ama çocuk olmaktan vazgeçmeyi istiyor muyuz?
Cumartesi gecesi küçücük bir çocuk vardı avucumda onu sevmeme anlık da olsa izin veren. Bana baktığında kendi huzuruyla kaybolan, huzuruyla huzur bulduğum. Bunu görüp sormamak ne mümkün, şeytan bunun neresinde? Biz tüm iyiliğimizle mi şeytanı çağırıyoruz tam ortamıza. Halbuki akılsız davransak ne şeytan girecek aramıza, ne avukatıyla muhattap olacağız. Ama zihinle beraber akıl da sıcak hamur gibi. Ne yerinde duruyor ne katılaşıyor. Dolayısıyla zihnimiz katılaşmadıkça ruhumuz yumuşamıyor. Ruhla akılın paradoksu burda var oluyor. Hayat, zihin, katı ruhumuz belirsizleştikçe mutlu oluyor, ama biz kararlı olacağız diyip kendimizi kaçırıyoruz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)